17 Ağustos 2009 Pazartesi

Kalb Durması

Kalb Durması

Kalbin etkili kasılma ve kan pompalama gücünün ani olarak ortadan kalkmasına bağlı dolaşım durmasıdır. Kalp krizi elektrik çarpması, zehirlenme gibi nedenlerle ortaya çıkar. Hastada ani bilinç kaybı, nabız durması, kalb seslerinin duyulamaması, solunum durması, morarma meydana gelir, göz bebekleri genişlemiştir. İlkyardıma ilk 3 dakika başlanırsa sonuç alınabilir. Hastayı sert bir yere yatırarak ayaklarını 30-45 derece yukarı kaldırmaldıır. Göğüs kemiğinin alt yarısına vurulacak kuvvektli bir yumruk kalbi çalıştırabilir. Solunum yolları açık tutulur suni solunum uygulanır. Kapalı kalb masajı uygulanır.

İNME

İNME

Beyinde kan dolaşımını azalması sonucunda bedenin bir yarısında uyuşma, güçsüzlük, karıncalanma, bazen konuşma güçlüğü, yüz kaslarında gevşeme ve ifadesizlik, göz bebeklerinin çapında değişiklik, çift görme, baş dönmesi gibi belirtileri olan bir tablodur. İnmeye yol açan dolaşım bozukluğu bir kanamaya, bir toplardamar veya atardamarın pıhtıyla tıkanmasına bağlı olabilir. belirtiler birkaç saat ya da bir iki gün içinde ilerler veya ani ve kısa sürede yerleşirler İnmenin çeşitli biçimlerinin ayırt edilmesi kesin tedavi ve sonuç açısından önem taşısa bile ilkyardım ve acil girişim önleleri aynıdır. Hasta sakin tutulmalı, solunum yollarının açık olmasına dikkat edilmeli, oksijen verilmeli, yaşam belirtileri (solunum kalb atışı, nabız) izlenmelidir. ağız yoluyla yiyecek ve içecek verilmemelidir. Bilinci açık hastanın karşısına oturulmalı, göz bağlantısı kurulmalı ve hasta ile yavaş ve açık bir şekilde konuşulmalıdır

Hayvan Isırıkları

Hayvan Isırıkları

Kedi köpek gibi evcil hayvanlar kuduz gibi öldürücü hastalıkları taşıyabilirler. Bu nedenle ısıran hayvanın sahibinden hayvanın aşıları konusunda bilgi edinilmeli ve hayvanın davranışları incelenmelidir. Hayvanın ısırdığı yer sabunlu su ile iyice temizlenmeli, hayvan salyasını yarayla temas etmemesine özen gösterilmelirdir. Yara bol su ile yıkandıktan sonra antiseptik bir madde sürülmeli, kuru ve steril bir pansumanla örtülmelidir. Sahipsiz ve vahşi hayvanların ısırması durumunda kuduz olasılığı göz önüne alınarak mutlaka doktora başvurulmalı hayvan kaçmamışsa gözetim altına alınmalıdır. Kuduz şüphesi durumunda aşılar aksatılmadan uygulanmalıdır.

Havale

Havale

Küçük çocuklarda ateşli hastalıkların yol açtığı bir durumdur. Havale belirtileri çırpınma, kol ve bacaklarda kasılma, katılma, ani ses çıkarma, çığlık, bazen dışkı ve idrar kaçırma, ağız köpürmesidir. Çocukta solunum durması veya hırıltılı solunum olabilir. Çocuğun havale geçirmesi durumunda hemen doktora haber verilmeli çocuğun giysileri çıkarılarak serinletilmelidir. Baştan başlanarak aşağı doğru suyla ıslatmak yararlı olabilir fakat çocuğu üşütmemeye dikkat edilmelidir. Sık sık havale geçiren çocuklar hastalandığında da ateş düşürücü ilaçlar verilerek ateşin fazla yükselmemesine dikkat edilmelidir.

Güneş Çarpması

Güneş Çarpması
Kızgın güneş altında uzun süre kalanlarda ve daha çok çocuklarda görülen bir yaz hastalığıdır. Şiddetli baş ağrısı, bulantı, kusma ve yüksek ateşle kendini gösterir. Hasta serin bir yere götürülmeli, vücudu sıkan giysiler çıkarılmalı başına soğuk kompres veya buz torbası konulmalıdır. Ateş çok yüksek ise ıslak bir çarşafla vücut sarılmalı, hasta havadar bir yerde tutulmalı ve serin bir cankurtaranla hastaneye taşınmalıdır. Başa ve kasıklara uygulanan soğuk kompres vücut sıcaklığını düşürecektir.

Elektrik Çarpması

Elektrik Çarpması

Yüksek gerilimli elektrik akımının vücuttan geçmesi sonucu oluşur. Gerilim (voltaj) ne kadar yüksekse ölüm tehlikesi o ölçüde artar. Evlerde kullanılan elektrik akımı ıslak el ve ayak yoluyla çarptığında kalb durması sonucunda ölüme neden olur. Elektrik akımının giriş ve çıkış noktalarında yanıklar dikkat çeker. Kauçuk, plastik eşyalar, yalıtkan bir sopa, kıvrılmış bir gazete veya tahta parçası ile kişi elektrik akımından ayrılır. Çevrede bu işe yarayacak bir eşya yoksa kazazedenin elbisesini bol bir yerinden tutarak çekebilirsiniz. Bu arada çevrenin ıslak olmamasına dikkat edilmelidir çünkü su elektrik akımını iletir ve kurtarıcı kişinin de akıma kapılmasına neden olur. Solunum durması varsa ağızdan ağzı suni solunum ve kalb durmuşsa dıştan kalb masajı uygulanır. Hastanın bilinci yerinde ise ve kendini iyi hissediyorsa bile bir hastaneye götürülmeli ve kalb elektrosu çeki.bmelidir. Akımın girip çıktığ yerlerdeki yanıklar da tedavi edilmelidir.




Yüksek gerilimli elektrik akımının vücuttan geçmesi sonucu oluşur. Gerilim (voltaj) ne kadar yüksekse ölüm tehlikesi o ölçüde artar. Evlerde kullanılan elektrik akımı ıslak el ve ayak yoluyla çarptığında kalb durması sonucunda ölüme neden olur. Elektrik akımının giriş ve çıkış noktalarında yanıklar dikkat çeker. Kauçuk, plastik eşyalar, yalıtkan bir sopa, kıvrılmış bir gazete veya tahta parçası ile kişi elektrik akımından ayrılır. Çevrede bu işe yarayacak bir eşya yoksa kazazedenin elbisesini bol bir yerinden tutarak çekebilirsiniz. Bu arada çevrenin ıslak olmamasına dikkat edilmelidir çünkü su elektrik akımını iletir ve kurtarıcı kişinin de akıma kapılmasına neden olur. Solunum durması varsa ağızdan ağzı suni solunum ve kalb durmuşsa dıştan kalb masajı uygulanır. Hastanın bilinci yerinde ise ve kendini iyi hissediyorsa bile bir hastaneye götürülmeli ve kalb elektrosu çeki.bmelidir. Akımın girip çıktığ yerlerdeki yanıklar da tedavi edilmelidir.

Hasta ve Yaralı Taşıma Yöntemleri

Bir hastayı ya da yaralıyı güvenli biçimde taşımak için çeşitli yöntemler vardır. Acil durumlarda hasta sedyesiz olarak taşınması gerektiğinde uygulanacak bazı yöntemler aşağıda anlatılmıştır.
Beşik yöntemi : Zayıf hastaların ya da çocukları taşımak için bir kolunuzu kalçanın altından geçirip öteki kolunuzla bel üstünden sırta doğru kavrayarak kucaklayın. Kendinizi iyice tartıp dengeledikten sonra yavaş ve güvenli adımlarla yürüyün.
Sürükleme yöntemi :
Yaralı ya da hasta ayağa kalkacak durumda değilse ve hemen bulunduğu yerden uzaklaştırılması gerekiyorsa kollarını göğsünün üzerinden çapraz toplayın. Sonra hastanın başucunda çömelip ellerinizi omuzların altından geçirerek ve başını da kollayarak yerde geri geri çekin.
Omuzlama yöntemi : Bilinci yerine ve yürüyebilecek durumdaki hastayı ayağa kaldırın. Yanında durarak sizden yana olan kolunu omzunuzun üzerinden boynunuza alıp elini öteki elinizle tutun. Ters taraftaki kolunuzu da hastanın beline dolayarak ve ağırılığını bir ölçüde omuzlarınıza alarak birlikte yavaş yavaş yürüyün.
Sırta alma yöntemi : Hasta ağır değilse ve sarsılmasının pek sakıncası yoksa öne geçip çömelerek iki kolunu boyununuzun iki yanıdan tutup göğsünüzün önünde kavuşturun, sonra ayağa kalkıp, hasta sırtınızda olduğu halde yürüyün.
Dört el oturağı : Bu yöntem, bilinci yerinde ve kollarıyla tutunma yeteneği olan hasta için iki kişiyle birlikte uygulanır. Hastayı taşıyacak kişiler yüzleri birbirine dönük karşılıklı durur. Birbirlerini bileklerini çaprazlama tutarak bir oturak oluşturur. Hastaya sırtından yaklaşarak çömelinir ve hastanın bir kolunu taşıyıcılardan birini diğerini ötekinin omuzuna atarak tutunması sağlanır. Sonra ayağa kalkarak hasta kenetlenmiş ellerin üzerinde taşınır.

İki el oturağı : Hasta yaralı veya bitkin durumda ise bu yöntem uygulanır. Taşıyıcılar hastanın iki yanında çömelir. Birer kollarını hastanın kalçasıyla dizleri arasından uzatarak birbirlerini bileklerinde sıkıca tutar ve hastanın buraya oturmasını sağlarlar. Öteki kollarını da hastanın sırtından uzatarak omzunu sımsıkı kavrar ve ayağa kalkıp yavaş yavaş yürürler.
İtfaiyeci taşıması : Bu yöntem hastayı taşırken bir elin boşta kalması gerekiyorsa uygulanabilir. Çocuk veya zayıf hastalara rahatlıkla uygulanabilir. Hasta kendi kendine ayağa kalkacak durumda değilse, yüzükoyun yatırıp başucunda ayakta durun. Kollarınızı hastanın koltuk altlarından geçirerek hastayı önce dizleri sonra ayakları üzerinde kaldırın. Sol elinizle hastanın sağ bileğinden tutun. Başınız hastanın uzanan sağ kolunun altında, omzunuz da karnın alt tarafına gelecek şekilde eğilin ve yavaşça omuzlarınızın üzerine düşmesini sağlayın. Sağ kolunuzu hastanın bacaklarının arasına ya da bacaklarını çevresine dolayın. Hastanın ağırlığını sağ omuzunuza alarak ayağa kalkıp vücudunu iki omuzunuzun üzerine doğru çekin. Hastanın sağ bileğini sağ elinizle kavrayarak sol kolunuzu serbest bırakın.
Sandalye ile taşıma : Hasta oturacak durumda ise ve medivenli bir yere götürülecekse bu yöntem uygulanır. hasta sandalyeye oturduktan sonra bir kişi sandalyenin arkasıyla hastayı, ikinci kişi ise sandalyeyi ön ayaklarından tutmalıdır. Sandalyenin iki yanını korkuluklu olması yararlıdır. Sandalye geriye doğru eğilerek kaldırılır.

ilk yardım nedir

İlkyardım kazaya uğrayan birini veya bir hastayı iyileştirme yönünde atılan ilk adımdır. Aşağıda ilkyardım uygulamalarında kullanılan bazı gereçlerle ilgili kısa bilger verilmiştir.
Askı : Askılar çoğunlukla yaralı kolları, bilekleri ve elleri koruyup destek sağlamak için kullanılır. Göğüs yaralarında da göğsü desteklemek amacıyla kolları hareketsiz tutan askılar kullanılabilir. Kol askıları kol yaralanmalarında ve bazı göğüs yaralarında uygulanır. Doğru uygulanan bir kol askısında el, dirsek hizasından biraz yukarıda olmalıdır. Bandın altı tüm parmak tırnakları görünür durumda bırakarak serçe parmağın köküne kadar uzanmalıdır.
Kol askıları aşağıdaki yöntemle uygulanır :
• Oturan hastaya askıya alınacak yaralı elini ya da ön kolunu dirsekten daha yüksekte tutması söylenir.
• Dirsek ile göğüs arasındadaki açıklığı kullanarak üçgen bandın bir ucunu dirseği iyice saracak biçimde göğüsle kol arasından geçirin.
• Kolu tutarak askının alt ucunu kolun üzerinden alın ve yaralı taraftaki köprücük kemiğinin üstündeki çukura gelecek biçimde balıkçı düğümüyle bağlayın.
• Son olarak tepe noktasını öne doğru çekip bir çengelli iğneyle askının önüne tutturun.
• Askının ve bandın kan dolaşımını engellememesine özen gösterin ve durumunu buna göre ayarlayın.
Ayrıca gerekli askı gereci bulunamadığında pratik bir askı yöntemi uygulanabilir. Mesela, yaralı kol ceket düğmelenerek arasına asılabilir. Ceketin bir eteği yukarı kıvrılarak kol bunun arasın konur ve ceket eteğinin ucu göğüse çengelli iğneyle tutturulabilir. Başka bir yöntem de yaralı taraftaki elbise kolunu boşa çıkararak onunla yaralı kolu askıya almaktır.
Kanamayı önlemek, sargıyı tutmak, şişmeyi engellemek, eklemlere destek sağlamak, hareketi sınırlamak amacıyla bantlar kullanılır. Kanamayı denetim altına almak, akıntıları emmek amacıyla yaraların üzerine örtülen steril koruyucu örtülere sargı adı verilir. Sargı yaparken eller çok temiz olmalı, yara ve çevresi oksijenli suyla temizlenmelidir. Yara bölgesindeki toz, toprak, cam parçaları varsa bunlar bol suyla temizlenmeli ancak yabancı cisim bulunan yaralara sargı yapılmalı üzerine baskı yapılmadan bol miktarda katlanmış steril gazlı bez konulmalıdır. Yaralı bölge sargı bezi ile çok sıkmadan yaranın her yerini aynı ölçüde kaplayacak biçimde sarılır. Sarma işlemi bittikten sonra sargı bezini kenarı flasterle yapıştırılır.
Bir darbe sonucu ortaya çıkan şişlikleri azaltmak, ağrıyı dindirmek amacıyla soğuk kompres uygulanır. Bir pamuk tampon, havlu ya da benzeri bir kumaş çok soğuk suya batırıldıktan sonra bu hafifçe sıkarak şişliğin üzerine konulur. Tamponun soğukluğu azaldıkça yenisiyle değiştirilir ve uygulama beşer dakika aralıkla olarak sürdürülür. Soğuk kompres için içi buz dolu lastik torba da kullanılabilir.

SAĞLIKLI YAŞAMIN KİMYASI

Bilim ve teknolojideki gelişmeler, biyokimya, tıbbi biyoloji, biyofizik, hatta doğrudan tıbba aktarılarak uygulama bulunca insan ömrü de uzadı. Bir yandan antibiyotiklerin keşfi, birçok öldürücü salgın hastalıkların aşı ve dezenfeksiyon teknikleri ile önlenmesi, öte yandan teşhis ve cerrahi gelişmelerle hasta dokuların kısa sürede teşhis ve uzaklaştırılması, organ nakli gibi tekniklerin uygulanması, ortalama ölüm beklentisini 30-40 yaşlarından 70-80 yaşlarına kadar uzatmıştır. Tıp ve bilimin hedefi insan ömrünü 100 hatta 140 yıla kadar uzatmaktır. Bu kadar uzun yaşayan insanlar doğal olarak aynı zamanda sağlıklı yaşama istemektedirler.
Geçen süre içersinde beslenme ve tıp uzmanları çok değişik ve belirli bir süre sonra tersi söylenen beslenme reçeteleri uygulamışlardır. Teknolojik alandaki gelişmeler, artan nüfusu beslemek için daha çok üretim yollarını da açmıştır. Dünya nüfusu yüzyıl içinde altı katına yükseldiği halde açlıktan ölüm olmamış, sadece geri kalmış ülkelerde sağlıksız yaşam koşullarında kalanların, sağlıksız beslenmesinden söz edilmektedir. Öte yandan teknoloji alanındaki hızlı gelişme ve üretimdeki hızlı artış çevre sorunlarını da doğurmuş, bu sorunlar zamanla insan sağlığını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Üretim tekniklerinden kaynaklanan kirlilik ve üretim atığı yan ürünler kontrolsüzce çevreye atılmasına ek olarak verim artışı için kullanılan katalizörler, kimyasal gübreler, bitki ve hayvan ilaçları ve hormonlar ile bunların atıkları sağlıklı yaşamı tehdit etmiştir. Hızlı büyütülen ve beslenen yiyecek maddeleri büyüme sırasında doğal olarak alacakları ve üretecekleri, sağlıklı yaşam için önemli olan maddeleri, üretemeden tüketime sunulmaktadırlar. Örnek olarak seralarda suni gübreleme, ilaçlama, sulama, ek vitamin ve hormonlarla, hızla kısa sürede büyütülerek olgunlaştırılan domates, salatalık, fasulye, çilek gibi sebze ve meyveler doğal büyüme süresince ürettikleri bazı vitamin, tat ve koku maddelerini üretemeden, topraktan alacakları mineralleri alamadan, tüketime sunulmaktadırlar. Benzer şekilde kapalı ortamda ve kafeslerde yetiştirilen tavukların etleri doğal lezzetini vermediği gibi bu tür tavukların yumurtaları da doğal lezzet ve değerine ulaşamamaktadır. Aynı durum balık üretiminde de söz konusudur. Suni ortamlarda yetiştirilen bu tür gıdaların, lezzeti düşünülmese bile, eksik kalan vitamin ve minerallerinin başka yollardan alınması, aynı şekilde çevre kirlenmesinin insan sağlığına olumsuz etkilerinin önlenmesi gerekir. Bu yazının başlığını " sağlıklı yaşamın kimyası" olarak sınırladık. Zira teknoloji ve çevre kirlenmesinin bozucu ve zararlı etkileri daha çok kimyasal etkinlikler sonucu sağlıklı yaşamı tehdit eder boyutlara ulaştığı için, olaya sadece kimyacı olarak yaklaşılacaktır. Sağlıklı yaşamın diğer asıl tıbbi yönlerini hekim ve beslenme uzmanlarına bırakıyoruz.
Sağlıklı yaşamın sürdürülmesi için kimyasal açıdan almamız gereken önlemleri üç ara başlık altında toplamak istiyoruz. 1-İnsanın sağlıklı yaşamını sürdürmesi için gerekli yaşamsal öneme sahip ( essential) eser elementlerin ve vitaminlerin alınması, 2- Çevresel kirlenmeyle hava, su ve topraktan gelen toksik elementlerin vücuda girişinin ve vücutta birikmesinin önlenmesi, 3- Radyasyon ve çevresel etkilerle dokulara zarar vererek doku tahribatı ve değişikliğe ( kanser gibi) neden olacak maddelerin ( oksidanların) zararlarının önlenmesi.
Yaşamsal Öneme Sahip Eser Elementler ve Vitaminler
Normal bir insan vücudunu beş ana elementin ( karbon, hidrojen, oksijen, azot ve fosfor) organik bileşikleri ile kalsiyum, sodyum, potasyum magnezyum, kükürt ve klor gibi tali elementleri de içeren sert doku ve elektrolitler oluşturur. Bu 11 element dışında kalan elementlerin toplamı 70 kilo gelen bir insanda ancak 10 gram civarında olup bu elementlere eser elementler denir. Zira bu elementlerin vücuttaki konsantrasyonları on binde bir, iki, veya kilogram vücut başına 50 mg altındadır. Son araştırmalar 11 element dışında 40 -50 kadar elementin de insan vücudunda bulunduğunu göstermiştir. Son yüzyılda bu elementlerden 20 kadarının yaşamsal önemi anlaşılmıştır. Diğerlerinin ise işlevleri, vücuda giriş şekilleri, yarar ve zararları henüz tam anlaşılamamıştır. Ancak bazı elementlerin vücuda alerjik, toksik ve kanserojen etki yaptıkları da kesin olarak anlaşılmıştır. Genel olarak vücut için yaşamsal öneme sahip olan elementlerin bile fazlası vücuda zararlı, toksik etki yaparken, yetersiz alınmalarında eksikliklerinden kaynaklanan birçok hastalık ve bozukluklar görülür.
İyot eksikliğinin guatr hastalığı ile ilişkisi, flor eksikliğinde diş sertliği ve tartar oluşumu ile ilişkisi, demirin kanın rengini verdiği ve eksikliğinde soluk renkle kansızlık görüldüğü herkes tarafından bilinmektedir. Buna karşılık çoğu eser elementin insan vücudundaki işlevi ve eksikliğinin doğurduğu bozukluklar oldukça karmaşık olup, halen bilinmeyen yönleri de vardır. Örnek olarak çinko birçok enzim ve hormonun yapısında bulunduğu gibi çoğu enzim ve hormonun da etkinlik kazanmasını sağlayan çok önemli bir biyokatalizördür. Besinlerle yeterli alınmaması halinde kaşınma ve kaşınma sonucu cilt bozukluğu, lekeli tırnakla kolayca anlaşılan çinko eksikliği görülür. Bu eksiklik özellikle çocuklarda büyüme ve gelişim bozukluğu, vücut zayıflığı, neşesiz ve durgunluk, tat alma bozukluğu, seksüel gelişmede durgunluk gibi oldukça önemli, ama karmaşık bozukluklara neden olur. Çinko besinlerle alınır. Bitkiler yüksek düzeyde çinko içerseler bile vücut, bitkisel çinkoyu değerlendirip kullanamaz, yine de eksikliği görülür. Tahıl ağırlıklı ve yalnız bitkisel beslenme rejiminde eksikliği yaygın olarak görülür. Hayvansal protein alınması ile bitkilerle alınan çinko da değerlendirilir. En azından ekmeği peynirle, mısır ve bakliyatı sütle veya etle yersek daha yararlı olur ve eksikliği görülmez. Özellikle hamile ve emzikli annelerin yeterli çinko alabilmek için hayvansal protein de yemeleri şarttır.
Bir başka tipik örnek kobalttır. Kırmızı vitamin olarak bilinen B-12 vitaminin merkez yapı taşıdır. Bugüne kadar bilinen en etkin biyokatalizördür. Kan sistemini kuvvetlendirir ve eksikliğinde anemi riski artar, kan formülü bozulur. Günlük kobalt ihtiyacı 5 mikro gram kadardır. Ancak hayvansal proteinsiz, sıkı bitkisel rejim uygulayanların bu sakıncaları düşünmeleri gerekir. Zira kobalt başlıca karaciğer ve sakatatlar, kırmızı et, istiridye ve balıkta bulunur. Kobalt ancak hayvansal ve mikrobiyolojik teknikle üretilen besinlerle alınabilir. Bir başka element, krom glikoz tolerans faktöründe bulunur ve karbon hidrat çevriminde etkin rol alır. Ayrıca insulin hormonu etkisini de düzeltir. Kromun eksikliği pek görülmez, zira her yerde bulunan elementtir. Kepekli un mamulleri de, peynir ve et de yeterli krom içerir. Bir diğer krom kaynağı da biradır. Krom, kromat şeklinde akciğere alınırsa kanserojen etki yapar. Sigara içenlerde kromun kanser yapma riski daha da artar. Bu nedenle kromatlarla çalışılan işyerlerinde kesinlikle sigara içenler çalıştırılmamalıdır.
İnsan vücudunda çok düşük düzeyde bulunan, ama hem gerekli, hem de zehirli olan elementlerin durumu daha da ilginçtir. Arsenik tarih boyunca hep zehir olarak kullanılmış olup, hemen, hemen tüm bileşikleri zehirlidir. Ayrıca havadan alınan arseniğin kanserojen olduğu da kesin ispatlanmıştır. Arsenik, organizmada karaciğer, böbrekler, deri, tırnak ve saçta birikir, idrarla atılır. Sağlıklı insan idrarında 0,17 mg/L arsenik oksit bulunur ve bu değer zehirlenme görülmeden 0,8 mg/ L ye kadar yükselebilir. Eksikliğinin zararı bilinmese de arsenik de diğer zehirli ve kanserojen olan kadmiyum ve kurşun gibi "yaşamsal öneme sahip" eser elementler arasına alınmıştır. Kurşun, kemiklerde birikir. Kolaylıkla kalsiyumun yerini alabilir. Ancak çoğu bileşiği suda çok az çozündüğü için yıllarca zehir etkisi üzerinde fazla durulmamıştır. Kurşundan kaynaklanan rahatsızlıklar meslek hastalıkları arasında ilk sırayı alır. Kurşun zehirlenmesi en çok görülen zehirlenmedir. Zehirlenmede uykusuzluk, yorgunluk, işitme ve görme bozukluğu ve kramp, ağırlık kaybı görülür. Kadmiyum ise daha da tehlikeli olup, tehlikesi ancak son elli yılda anlaşılmış ve "aşırı toksik" grupta incelenir. Özellikle gümüş kaynak şeridi ile çalışan kişilerde kadmiyum zehirlenmesinden kaynaklanan ölümler görülmüştür. Kolay buharlaşan kadmiyum bileşikleri solunum yoluyla zehirler. Özellikle ince duman halinde kolaylıkla akciğere ulaşan kadmiyum oksit en tehlikelisidir. Çevresel zararlı etkisinden korkulan diğer bir element cıvadır. Cıva özellikle balıklar ve midye gibi deniz ürünlerinde birikir. İnsan üzerine zehirleyici etkisi 1974 yılında Minemata da toplu ölümlere yolaçan felaket ve 1972 yılında Irak'ta ilaçlı buğday tohumunu un ve ekmek yaparak yiyen 6000 kişinin zehirlendiği ve 500 'ünün öldüğü zehirlenme olaylarından sonra tereddütsüz anlaşılmış ve en korkulan element olmuştur. Yara iyileştirici ve koruyucu merhem, tohum ilacı, gibi kullanımları bile sınırlandırılmıştır. Cıvanın özellikle organik bileşikleri zehirlidir. Yer kürede az miktarda bulunmasına rağmen, yaygın bulunup kolay ucucu olduğu ve kimya sanayisinin birçok alanında kullanıldığı için çevresel analizi en çok sorulan elementtir.
Bu elementlerin konsantrasyonları düşük olduğu gibi çoğunun yetersizlik ve fazlalık düzeyleri arası sınır da dardır. Örnek olarak nikel, cilt ve organizmaya alerjik ve kanserojen etkisi bilinen bir elementtir. Ancak nikelin bütün canlılar için "yaşamsal önemi" de kesin olarak ispatlanmıştır. Nikel, demirin canlılar tarafından daha iyi değerlendirilmesine yardım eder. Arginaz, karboksilaz ve asetil koenzim sentetaz gibi enzimleri ve ayrıca tripsin fermentini aktiflediği, asit fosfatazın etkisini azalttığı, yağ döngüsü ve hormanları etkilediği sanılmaktadır. Ama aşırısı kanserojen etki yapar.
Son yıllarda en harika ve en yararlı eser element olarak bilinen selenyumun bile aşırı miktarı toksik etki yaparken, eksikliği bir çok hastalığa neden olur. Eksiklik ve aşırı aralığı çok dardır ve uygun aralığı milyonda 5-15 , yani 5-15 ppm dir. Vücudun kendine özgü savunma sisteminde görev alır. E Vitamini, ancak eser selenyum bulunması halinde etkili olur. Görme yeteneğini artırıcı, romatizmal hastalıkları önleyici, kalp fonksiyonlarını düzenlediği, eksik alınması halinde kalp fonksiyonu bozukluğu görüldüğü kesin olarak ispatlanmıştır. Kansere karşı koruyuculuğu, büyüme üzerine olumlu etkisi, yara iyileştirici özelliği, selenyuma adeta ilaç özelliği kazandırmıştır. Selenyum, cıva, arsenik ve kadmiyumun zehir etkisini bastırırken, kendisi de aşırı alınırsa zehir etkisi yapar ve bu etki de arsenik sülfat ile bastırılır.
Vanadyum ve molibden de yerkabuğunda çok az bulunur ve insan için yaşamsal önemli elementler listesinde yer alırlar. Molibdenin bitkiler üzerine yaşamsal önemi daha iyi bilinmektedir. Bitkiler protein sentezleyebilmek için azotu bağlamada molibdene ihtiyaç duyarlar. Ağaç ve bitki yetişmeyen Avustralya'nın bir bölgesinde toprağın hiç molibden içermediği anlaşılmış ve toprağa çok az molibdenin serpilmesinden sonra hızla ağaçların büyüdüğü, arazinin yeşillendiği görülmüştür. İnsanlara da ksantin oksidaz ve aldehit oksidaz enzimlerinin aktiflenmesi için molibden gereklidir. Bu flavin enzimleri karaciğerde bulunur ve böbreklerin zehirlenmesinin önlenmesi için gereklidir. Ayrıca dişin flor alması ve depolaması için de molibden gereklidir. Vanadyum ise kemik ve diş oluşumu için önemli elementtir. Bazı enzimleri aktiflediği sanılmaktadır. Hayvan deneyleri sırasında kan şekeri seviyesini düşürdüğü görülmüştür. Manganez, silisyum ve kalay da yaşamsal öneme sahip elementlerdir. Mangan da çinko gibi hem bazı enzimlerin yapısında bulunur hem de bazı enzimleri aktifler. Ayrıca bağ dokusu yapımında, üre oluşumu, protein ve yağ asitleri sentezine katılır. Bakır ise tüm canlılar için "yaşamsal önemli" eser elementlerin en başında, demir ve çinko ile aynı düzeyde gerekli eser elementtir. Vücuttaki tüm oksidasyon olaylarında, enzimlerin kontrollü çalışması için bakır gereklidir. Süperoksit dismutaz, sitoksidaz, monoamin oksidaz, tirosinaz, depoamin ß-hidroksilaz, seruloplazmin, S-amino levulinat dehidrataz gibi enzimler bakır içerirler.
Bütün bu eser elementlerin vücüt ve sağlıklı yaşam için gerekli derişim aralıkları günümüzde gelişen çağdaş analitik ve spektroskopik analiz yöntemleri ile saptanabilmektedir. İşyeri ve yaşam ortamında zararlılardan korunma önlemleri eksiksiz uygulanmalıdır. Kimyasal olarak bu elementlerin kontrolü ile eksiklikleri ve zehir sınırları saptanabilir. Eksikliklerinde ise bu elementleri içeren beslenme rejimi ve özel eser element takviyeli ilaçlarla eksiklikleri karşılanmalıdır. Eser elementlerin yeterli alınabilmesi için beslenme reçetesi olarak ise çok yönlü yiyeceklerle, ama az miktarları ile beslenmeyi öneriyoruz. Haftada en az bir kez olmak üzere balık ve deniz ürünleri, en az bir kez kırmızı et ve sakatat, soğan, sarımsak, havuç başta olmak üzere yeşil sebzeler, meyveler, kuru yemişler, süt, peynir, kepekli tahıllar yenmelidir.
Yaşlanma ve Ortalama Yaşam Süresi
Yaşlanma, yalnız fiziksel aktifliğin azalması ve dermansızlık değil, aynı zamanda katarakt, kardiyovasküler yetmezlik, böbrek yetmezliği, Alzheimer hastalığı, kanser gibi hücre dokusu ve organların hastalanması ve dejenerasyonudur. Birçok bilimci yaşlanma ile oluşan doku ve organ dejenerasyonunun nedenlerini araştırmakta ve yaşla fizyolojik olaylar arası ilişkiyi saptamaya çalışmaktdır. Radyasyonla sudan hidroksil radikallerinin oluştuğu bilinmektedir. 1954 yılında canlı ortamlarda da bu radikaller saptandı. İnsan bünyesindeki radikalleri ilk araştıranlardan Denham Harman, oksijen radikallerinin enzimatik redoks kimyasının bir yan ürünü olduğunu söyledi. Özellikle eser miktarda demir ve diğer metal iyonlarının canlı bünyedeki oksidatif tepkimeleri katalizlediğini savundu. 1956 yılında "Yaşlanmanın serbest radikal teorisi" tanımlandı. Oksidatif hasarlara oluşan radikallerin neden olduğu ileri sürüldü. Radyasyona maruz kalan canlıların doku ve genlerinde mutasyonun radyasyonla indüklendiği, hücrelerde oluşan hücresel hasarın kansere dönüştüğü ve tümörlerin geliştiği savunuldu. Oksijence zengin bir ortamda yapılan solunum sırasında serbest radikallerin oluştuğu, bunların yaşlanmaya ve sonuçta ölüme sebep olduğu öne sürüldü.Geçen 45 yıl içinde teori doğrulandı. Hatta türlere özgü metabolik hız ile yaşam süresi arası ilişki olduğu gözlendi. Oksijen tüketimi yüksek ve metabolik hızları fazla olan canlılarda maksimum yaşam süresi beklentisi (MYSB) daha kısa olduğu, hatta tüm canlılarda farklı ve sabit bir değerde olan bu MYSB ile bünyelerinde saptanan radikal derişimleri arasında doğrusal bir ilişkinin olduğu görüldü. Yaşlanma ile insan vücudunda demir miktarının arttığı ve yüksek oksijen kısmi basıncında bu metalin oksidatif tepkimeleri hızlandırdığı bulunmuştur. Yani yaşlanma ile oksidatif hasar da artar.
Vücutta üretilen oksijen radikallerinin çok yönlü hasarlara neden olduğu artık kesin olarak bilinmektedir. Bu radikaller hücre zarlarının temel yapısıda bulunan lipidleri, proteinleri, proteinlerdeki -SH gruplarını yükseltger, -S-S- gruplarını indirger, protein-protein çapraz bağlantıları oluşturur, peptidleri parçalar, aldehitlerle tepkir, özellikle aktif merkezlerinde Fe-S bulunan enzimleri inaktive ederler. Nükleik asitlere de etki ederek temel yapıdaki çifte sarmalın kırılmasına, yeni baz ve şeker gruplarının eklenmesine ve moleküller arası çapraz bağlanmalara, yani büyük hasarlara neden olurlar. Hücre hasarı hızı, reaktif oksijen radikallerinin üretim hızı, bunların ortamdan atılma hızı ve hasar tamir hızına bağlıdır. Oksidatif hasar hızı arttıkça da yaşam süresi azalır. O halde radikal oluşturucu ve oksidatif hasar yapıcı etken ve maddelerin ortamdan uzaklaştırılması ile vücutta radikaller ve bunların sebep olduğu hasarlar azaltılarak yaşam süresi artırılabilir. Vücut radikallere karşı kendi savunma sistemini kurar. Süperoksit dismutaz, katalaz ve glutasyon peroksidaz gibi enzimatik oksijen radikali yakalayıcıları, askorbat ( C Vitamini), ürat ve redükte glutatyon gibi gibi hidrofilik radikal tutucular, tokoferoller ( E Vitamini), flavonoidler, karotenoidler ( A Vitamini) ve ubikuinol gibi lipofilik radikal tutucular, glutatyon redüktaz, dehidroaskorbat reduktaz ve tiyoredüksin redüktaz gibi antioksidanları yenileyen enzimler ve diğer indirgenleri yenileyen hücresel mekanizmalar vardır. Çeşitli organizma ve dokular, hatta hücre bölümlerinde bile bu savunucuların miktarları değişir. Vücudun kendine özgü bu savunma sistemleri uygun diyet, beslenme şekli, yaşamsal öneme sahip eser elementlerin ve vitaminlerin yeterli düzeyde alınması ile desteklenebilir. Aşırı ve dengesiz beslenmede ise zayıflar. İyonlaştırıcı radyasyon ve ışınlardan, toksik ve kanser yapıcı maddelerden korunma ile yükleri azaltılabilir. Fareler üzerinde kalori kısıtlanması uygulanan bir çalışmada, kısıtlanmış diyetle beslenen farelerin ömürlerinin normal diyetle beslenenlere göre % 40 daha uzadığı görülmüştür. Diyet kısıtlaması kanser riskini de azaltmaktadır. Aynı şekilde aktivite kısıtlamasının da yaşam süresini artırdığı, yüksek aktivite ve stresli yaşamın ise ömrü azalttığı hayvan deneyleri ile ispatlanmıştır.
Yağ ve şeker gibi kalorisi yüksek yiyeceklerden (halk deyişi ile dört beyaz, yani un, şeker, yağ, tuzdan) uzak durarak, antioksidanlarca zengin diyet uygulaması, gerektiğinde A, C ve E vitaminleri ve selenyum destekli beslenme ile daha sağlıklı ve uzun yaşanabilir. Örnek olarak C vitaminince zengin narenciye ve sebzeler, A vitamini öncülünü bulunduran havuç, E vitaminince zengin yeşil elma, meyveler ve kabuklu yemişler, selenyumca zengin sarımsak gibi sebzeler, hücre zarlarının yenilenmesinde çok önemli olan doymamış yağları içeren soya ve fındık yağı, balıklar ve deniz ürünleri tercihli diyetler, çeşidi çok, miktarları az yiyecekler sağlıklı beslenme için son derece önemlidir. Sağlıklı ve uzun ömür dileğiyle.
Kaynaklar:
1. Trace Elements and Electrolytes ( 1999 ) 2, 3 ve 4. sayıları.
2. B.Halliwell and J.M.C.Gutteridge, Free Radicals in Biology and Medicine, 2nd Ed. Oxford, 1989
3. M. Doğan, Eser Elementler, Biyolojik Önemleri ve Tayin Yöntemleri Ders Notları, Erciyes Üniversitesi 1993, Kayseri.
4. Kosmos Dergisi muhtelif sayıları.
Prof. Dr. Pakize Doğan (1) ve Prof. Dr. Mehmet Doğan (2)
(1) Hacettepe Üniversitesi Tıp Fak. Biyokimya öğretim üyesi
(2) Fen Fakültesi Analitik Kimya öğretim üyesi

KIZARTMADAN VAZGEÇEMİYORSANIZ ŞUNLARI UNUTMAYIN

· Kızartma yapılırken ısı ve havanın etkisiyle yağlar okside olup zararlı hale gelirler.

· Tekrar tekrar kullanılan yanmış yağda kanserojen maddeler oluşabilir.

· Kızartma yaptığınız fritözlerde aynı yağı en fazla üç kez kullanmalısınız.

· Fast-food lokantalarda defalarca aynı yağda kızartma yapıldığı için bu tip besinler çok zararlıdır.

· Aynı tehlike paketlerde satılan kızarmış cipsler için de geçerlidir. Özellikle çocuklarınızı bu yiyeceklerden uzak tutmalısınız.

· Kızartma mutlaka yapılacaksa çelik kaplar kullanılmalıdır.

·Yağ açıkta ısıtılmamalıdır.

· Son olarak kızartmalarla ilgili bir çok araştırmalardan öğreniyoruz ki; kızartmalar, özellikle yağlarda meydana gelen değişimlerden dolayı kanserojen bir özellik taşımaktadır

KEMİK ERİMESİ HAKKINDA BİLMENİZ GEREKENLER

Orta yaşın üzerendeki hemen herkes kemik erimesine maruz kalmaktadır. Tıptaki adıyla osteoporoza yakalananlar arasında kadınlar ilk sırada. Kadınların hormonal yapıları bu hastalığa yakalanmak için çok müsait. Yani genetik yapı ve kemik yapısı kemik erimesi hastalığında belirleyici olarak rol oynuyor. Zencilerde bu hastalık hemen hiç görülmüyor. İnce kemik yapıları olan uzak doğulular bu hastalığa eğilimleri çok fazla. Ülkemizde ise Karadenizlilerde kemik erimesi daha az oranda görülmekte. Bu duruma beslenme alışkanlığının da sebep olabileceği belirtilmektedir. Ancak bu hastalığı engellemek artık mümkün.

Günümüzde artık birçok insanın maruz kaldığı bu hastalığa karşı bütün önlemler alınabilmekte. Kemiklerdeki kayıp geç olmadan tespit edilebilmekte ve gerekli olduğu takdirde kalsiyum takviyesi yapılıp kayıbının önüne geçilebilmektedir. Ancak fazla geç olmadan bu durumun tespit edilmesi gerekiyor. Menopoza giren kadınlar herhangi bir şikayetleri olmasa da kemik yoğunluğunu ölçtürmelidirler. Ancak, 40 yaşına gelip geçmişseniz, kemiklerinizde devamlı artan bir ağrı da varsa kemik yoğunluğunuzu mutlaka ölçtürmelisiniz. Bunun için fizik tedavi merkezlerine müracaat etmeniz yeterli.

Hareketsiz bir hayat, sigara ve içki kullanmak, kalsiyum açısından zayıf bir beslenme herkesi kemik erimesi hastalığı açısından risk altına sokuyor.

Risk altında olan asıl grup ise şunlar;

· Astım, kronik bronşit gibi akciğer hastalıkları bulunanlar,

· Guatr hastaları,

· Kortizon kullananlar,

· Romatizmal hastalıkları olanlar,

· Kronik mide ve barsak hastalıkları bulunanlar,

· Kadınlar, menopoz dönemi yaşayan kadınlar,

· Şeker hastaları.

Osteoporozdan korunmak için yapabileceğiniz şeyler de var: Günlük kalsiyum ihtiyacını karşılamak için uygun bir beslenme tablosu hazırlamalısınız ve buna ilaveten kemik yapısını kuvvetlendirecek egzersiz ve faaliyetlerde bulunmalısınız.

İşte size birkaç öneri;

· Her gün düzenli olarak süt ve yoğurt veya peynir yiyin,

· Yarım saatten az olmamak şartıyla tempolu olarak yürüyüş yapın,

· Sağlığınızı tehlikeye atmayacak şekilde ve öğle saatleri haricinde güneş banyosu yapın fakat fazla da ısrarcı olmayın,

· Orta yaşın (40) üzerinde iseniz ve risk grubunda bulunuyorsanız mutlaka kemik yoğunluğunuzu ölçtürün. Size verilen tedaviye de itina ile uyun.

(OSTEOPOROZ) KEMİK ERİMESİNE DAİR !

En çok kadınlarda görüldüğü sanılan kemik erimesinin erkeklerde ve çocuklarda da sıkça görülebilen bir hastalık olduğunu biliyor musunuz ?

Yalnız kadınlarda menopozla birlikte ortaya çıkan östorojen hormonu noksanlığıyla bariz bir kemik kaybı söz konusu olur. Ve menopozu takip eden ilk on yıl içerisinde hızlı bir şekilde bu kayıp devam eder.

Risk Faktörleri

Kadınlar İçin: Ailede özellikle annede kırık öyküsü bulunması, bazı anti asit ilaçların kullanımı, Asya kökenli olmak, az kalsiyum tüketimi, kahve, sigara, alkol alışkanlığı, yaşlanmak ve bununla birlikte gelen az aktivite.

Erkekler İçin: İnce beden yapısı, alkol tüketimi, düşük testosteron düzeyi, daha önce kırıkların olması, zayıflık, az kalsiyum tüketimi ve kortikosteroid tedavisi.

Bunlara Dikkat:

Çay yaprağında ostrojen hormonu bulunur, günde ortalama üç bardak olarak içilen çay kemik erimesi riskini azaltır. Ancak çayın en az yemeklerden bir saat önce veya bir sat sonra içilmesi gerekir. Aksi takdirde çay içmek (yemekten hemen önce veya yemekten hemen sonra içilen çaylar ) vücuttaki demir azalmasına sebebiyet verir. Bu da vücut için önemli bir kayıptır, buna dikkat edin.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

bakteri

bakteri
Eskiden Schizomycetes adlı bir sınıf oluşturduğu kabul edilen tekhücreli mikroorganizmalar. 17. ve 18. yüzyıllarda hayvanlar âlemine sokulurken daha sonra bitkiler âleminde anılmaya başlamıştır. Bugün ise genellikle hayvanlar ve bitkiler âleminden ayrı bir canlılar âlemi içinde gruplandırılmaktadır. Bütün bakteriler tek hücrelidir, ama bazen iki ya da daha fazla hücrenin bir araya geldiği birimler ya da koloniler oluşturabilir. Mikroskobik canlılardır; boyutları mikronlarla ölçülür ve 0,2-500 mikron arasında değişmekle birlikte çoğu 1 mikron büyüklüğündedir. Biçimlerine göre küresel (koklar), silindirimsi ya da çomak biçimli (basiller), küçük virgül biçimli (vibriyonlar) ve sarmal biçimli (spiriller) olmak üzere çeşitli tipleri vardır. Bakteri hücresi bazen sert, bazen de yumuşak bir koruyucu kapsülle örtülü olabilir. Hücrenin içindeki sitoplazmada mitokondriler ve çekirdek zarı bulunmayan hücre çekirdeği vardır. Bazı bakteriler dalgalanma ya da kendi çevresinde dönme yoluyla kirpik, bazıları da hücrenin çevresini saran ya da kamçıları aracılığıyla hareket edebilir. Üreme temelde hücre bölünmesi yoluyladır {schizomycetes sözcüğü de "bölünen mantarlar" anlamına gelir). Ama tomurcuklanma ya da sporlar aracılığıyla üreyen bakteriler de vardır. Fizyolojik olarak bakteriler aerob, yani oksijenin varlığında yaşayanlar ve anaerob, yani oksijensiz ortamlarda yaşayabilenler olmak üzere iki grupta toplanır. Beslenme açısından ise büyük bölümü dışbeslektir (heterotrof), yani başka organizmaların bireşimlediği organik bileşenleri metabolize eder. Bu grupta çürükçül, asalak ve ortak yaşam (simbiyoz) sürdüren türler yer alır. Küçük bir bölümü ise kendibeslektir (ototrof), yani organizmaları için gerekli organik maddeleri ya ışık enerjisi ya da kimyasal enerjiden yararlanarak kendileri bireşimler. Nitrobakteriler, Ferrobakteriler ve Sülfobakteriler bu grupta yer alır. Mikroskopik boyutlarından ve besin gereksinimlerinin az olmasından dolayı bakteriler her yerde, havada, suda, toprakta, insan ve hayvanların vücutlarında, bitkilerde bulunur. Ama özellikle yıkım halindeki organik maddelerde bakteri çok fazladır, çünkü yıkım sürecinde karbon, azot, oksijen, kükürt gibi yapısal elementler açığa çıkar. Doğadaki kokuşma ve mayalanma süreçleri de bakterilere bağlıdır. İnsanlar bu özel bakteri etkinliğinden sanayide yararlanmaktadır. Sirke mayalanması, vitamin ya da antibiyotik bireşimlenmesi buna örnektir. Bakteriler insanda ağır hastalıklara (tifo, kolera, tetanos, tüberküloz, cüzam) yol açar, ama bakterilerin tümü göz önüne alındığında hastalık yapıcı bakterilerin yararlı bakterilerden çok daha az olduğu görülür.

bağırsak

bağırsak
Sindirim kanalının mideden sonra başlayan ve anüs (makat) deliğiyle dışarı açılan son bölümü. Mideden bağırsaklara bir ölçüde sindirilmiş gelen besinler burada çok daha büyük değişikliklere uğrar. Böylece besleyici maddeler ve yararlı olan besinler emilebilir. Artıklar ise anüse doğru itilerek dışkıya dönüşür. Bağırsaklar embriyon aşamasında gelişen üç temel doku katmanından biri olan endodermden gelişir. Farklılaşma süreci tamamlanınca karın boşluğunda boyuna yerleşmiş bir boru biçimini alır. Bu boru önde ve arkada karın zarıyla karın duvarına bağlıdır. Karın zan bu biçimiyle bir orta bölme oluşturur. Daha sonra bu bölmenin ön kısmı kaybolur ve bağırsak karın duvarına yalnızca arka taraftan bağırsak askısı denen bir sapla bağlı kalır. Bağırsak askısının içinden damarlar ve sinirler geçer. İlkel bağırsak hızla büyür ve karın boşluğuna uyum sağlamak için kıvrımlanır. Bu süreç sonunda farklı kısımları karın boşluğuna bağlanmış olur. Bazı bölümler ise karın zarının yapışmış iki katmanına tutunmuştur. Uzun bir boru biçiminde olan bağırsak iki ana bölüme ayrılmıştır: İncebağırsak ve kalınbağırsak.
- İncebağırsak
Bağırsağın mide ile kalınbağırsak arasındaki bölümüdür. Burada besin maddeleri mukoza hücrelerinin salgısı, pankreas sıvısı ve safrayla karışır. Böylece sindirim süreci son evreye ulaşırken sindirilmiş besinler bağırsak mukozası yoluyla emilir. İncebağırsağın başlangıç bölümündeki çapı 2-3 cm, son bölümde 1 cm dolayındadır. Farklı yerleşim ve yapısal özelliklerine göre üç bölüme ayrılır: Onikiparmakbağırsağı, jejunum ve ileum.
- Onikiparmakbağırsağı
Onikiparmakbağırsağı yaklaşık 25 cm uzunluğundadır. Mideyi izler ve mideden pilor (mide kapısı) büzgen kasıyla ayrılır. Karnın arka duvarına bağlanmıştır. Pankreas başını çevreleyen ve sola doğru yönelmiş bir yay biçimindedir. Pankreasla arasında bulunan bağdokudan kan damarları ve pankreasın onikiparmakbağırsağına açılan dış salgı kanalları geçer. Ana pankreas kanalı (Wirsung kanalı) safra kanalı ile birleşerek büyük onikiparmakbağırsağı papillası (memecik) adı verilen bir çıkıntıdan onikiparmakbağırsağına açılır. Yardımcı pankreas kanalı da (Santorini kanalı) benzer yapıda olan küçük onikiparmakbağırsağı papillasından onikiparmakbağırsağına birleşir.
- Jejunum
Onikiparmakbağırsağı-jejunum arasındaki dirsek bu iki bağırsak bölümünü birleştiren bir çeşit köprü oluşturur. "Boş bağırsak" anlamına gelen jejunum adı anatomik incelemelerin başladığı ilk yıllarda kadavra üzerinde yapılan incelemelerde bu bölümün hemen her zaman boş olarak görülmesinden kaynaklanır. Uzunluğu yaklaşık 270 cm'dir. Bunu uzunluğu yaklaşık 420 cm olan ileum izler. Jejunum ile ileum arasında kesin bir anotomik sınır yoktur. Birlikte incebağırsağın hareketli bölümünü oluştururlar. Çünkü karnın arka duvarına geniş bir karın zarı katmanı, yani bağırsak askısıyla bağlanmış olmaları belirli bir hareketlilik kazanmalarını sağlar. Jejunum içinde bulunduğu dar boşluğa bağırsak kangalı denen son derece kıvrımlı bir düzen içinde yerleşerek sığmıştır.
- İleum
İncebağırsağın son bölümü olan ileum, adını leğen kemerinde yer alan böğür (iliyak) kemiğine yakın olmasından alır. Ucundaki ileoçekal valf, incebağırsaktan kalınbağırsağa geçiş yeridir.
- incebağırsağın yapısı
İncebağırsağın duvarı, onikiparmakbağırsağı bölümünde daha kalın, ileum bölümünde daha ince olmakla birlikte benzer yapıyı bütün bölümlerde korur. Dört kılıf ya da katmana ayrılır: Mukoza, mukozaaltı, kas ve seröz (sıvı içeren) katmanlar.
Mukoza, boşluğa doğru yaptığı kabartılarla emme yüzeyini önemli ölçüde artırır. Enine kıvrımlar 7-8 mm yüksekliğinde ve yaklaşık 0,5 mm çapında, parmak biçimli
çıkıntılardır. Bunlara bağırsak villüsleri denir. Villüsler onikiparmakbağırsağının başlangıç ve ileumun son bölümlerinde bulunmaz. En sık ve kalın oldukları bölge onikiparmakbağırsağıdır. İleumun sonlarına doğru ise giderek azalıp küçülürler. Bağırsak mokozasının emici yüzeyini emici hücrelerinin yaptığı parmaksı çıkıntılar da artırır. Ancak elektron mikroskopunda görülebilen bu son derece küçük çıkıntılar hücre başına yaklaşık 2 bin tanedir. Bütün bu yapılar sayesinde iyice genişleyen incebağırsağın emici yüzeyi 300 m2 dolayına ulaşır. Emici hücreler arasına tek tek mukus salgılayan hücreler dağılmıştır. Bağırsak mukozasında basit tüp biçiminde Lieberkühn bezleri vardır. Villüslerin tabanına açılan bu bezler sindirim süreci için gerekli olan proteinaz ve lipaz gibi enzimler ile mukus salgılar. Salgı hücreleri ve villüsleri örten hücreler arasında ayrıca farklı tipte iç salgıbezi hücreleri bulunur. Bunlar serotonin ve farklı tipte polipeptit hormonları salgılar. Çok çeşitli kimyasal bileşimleri olan polipeptitlerin bir bölümü tam anlamıyla tanımlanamamıştır. Bu maddeler arasında kolesistokinin, gastrin, somatostatin, P maddesi, sekretin, nötrotensin ve motilin sayılabilir. Bu maddelerden bazıları iç salgı hücrelerinin yanı sıra nöronlarda da bulunur. Genel olarak sindirimle ilgili salgıbezi ve kas hücrelerinin etkinliklerini düzenledikleri söylenebilir. İncebağırsak mukozasında çok sayıda lenf dokusu toplulukları bulunur. Bunlar çıplak gözle görülebilecek tek tek küçük yumrular ya da çapları birkaç santimetreyi bulan ve özellikle ileumun son bölümüne yerleşmiş Peyer plakları denen elips biçimli topluluklardır. Bağırsak duvarının mukozaaltı kılıfı, sinirler, kan ve lenfa damarlarının geçtiği gevşek bir bağdoku yapısındadır. Onikiparmak bağırsağında bu doku salgıbezleri de içerir (Brunner bezleri). Brunner bezleri mide sıvısının asitlik derecesini azaltan alkali (bazik) bir madde salgılar. Kas kılıfı iki katman halindeki düz kas hücrelerinden oluşur. İçtekiler dairesel biçimde bağırsak boşluğunu çevreler. Dış katmandaki kaslar ise uzunlamasına yerleşmiştir. Seröz katmanı karın zarı oluşturur. Bu katman onikiparmakbağırsağının bir bölümü dışında bütün incebağırsağı örter.
- Damarlar ve sinirler
İncebağırsak farklı atardamarlarla ilişkilidir. Oniki-parmakbağırsağı, pankreas üst ve alt pankreas-onikiparmakbağırsağı atardamarından, ileum ve jejunum alt bağırsak askısı atardamarından beslenir. Alt bağırsak askısı atardamarı kendi aralarında ağızlaşan, böylece geniş bir yan dolaşım olanağı sağlayan çok sayıda kıvrım oluşturarak bağırsak askısına yayılır. Toplardamar dolaşımı kapı toplardamarı sisteminin başlangıcını oluşturur. Onikiparmakbağırsağının lenf dolaşımı kapı toplardamarıyla ve mide kapısıyla ilişkili lenf düğümlerine ulaşır. Villüslerde başlayan jejunum ve ileum lenf dolaşımı bağırsak askısında bulunan lenf bezleriyle bağlantılıdır. Bunlar lenf sıvısıyla birlikte incebağırsakta emilen yağları (kilüs) taşıdığından kilüs damarları olarak da bilinir. İncebağırsak sinirleri otonom sinir sistemiyle bağlantılıdır. Bağırsak duvarında sinir lifleri iki ağ oluşturur. Bunlardan biri mukoza altında (Messner ya da mukoza altı sinir ağı), öbürü dairesel ve uzun kas katmanları arasında bulunur (Auerbach ya da kas sinir
ağ1)
-Hareketler
Bağırsak duvarı, otonom sinirlerin etkisiyle, ama özellikle de bölgesel sinir refleksleri ve çeşitli hormonların uyarıcı ya da engelleyici etkilerine bağlı olarak çeşitli hareketler yapar: Kas gerginliği değişiklikleri, peristaltik hareketler (yukarıdan aşağıya doğru ritmik hareketler), bölgesel kasılmalar, uzama ve kısalma biçiminde sarkaç hareketleri, villüs hareketleri. Bütün bu hareketler sonucunda bağırsak içindeki besinler iyice karışarak kalınbağırsağa doğru itilir.
- incebağırsağın fizyolojisi
İncebağırsağın temel iki işlevi besinlerin sindirilmesi ve emilmesidir. Sindirim safra ve pankreas salgısının düzenli salgılanmasına ve çeşitli enzimlerin etkisine bağlıdır. Emilim ise, uygun bir süre boyunca sindirilmiş ve emilmeye hazır hale gelmiş olan besinlerin normal emilim yüzeyleriyle yeterli bir süre boyunca temasına bağlıdır. Normal emilim yüzeyi denince bağırsağın uzun olması, villüslerin, mikrovülüslerin ve lenf damarlarının hem yapısal, hem de işlevsel bakımdan normal olması anlaşılır (bak. sindirim).
- Kalınbağırsak
Bağırsağın son bölümü olan kalınbağırsak, ileoçekal valf (incebağırsağı kalın bağırsaktan ayıran,, bağırsak içeriğinin kalınbağırsaktan incebağırsağa geri dönmesini engelleyen kapakçık) ile anüs deliği arasında uzanır. Uzunluğu yaklaşık 2 m, çapı başlangıçta 7-8 cm, son bölümünde 2-3 cm olan boru biçiminde bir yapıdır. Karın boşluğunda büyük bir kıvrım oluşturur. Sağ böğür boşluğunda başlayarak önce yukarıya, sonra sola, ardından aşağıya doğru kıvrılan kalınbağırsak izlediği bu yolla incebağırsak kütlesini çevreler. Üç farklı bölümü vardır: Körbağırsak, kolon ve düzbağırsak (rektum).
- Körbağırsak
Kalınbağırsağın ilk bölümü olan körbağırsak yaklaşık 6 cm uzunluğundadır. Sağ böğür boşluğunda bulunur. Bir kese biçiminde olan bu bölgeye incebağırsak bağlanır. Ayrıca apandis denen parmaksı, ince bir çıkıntısı vardır.
- Kolon
Körbağırsağı izleyen kolon dört bölüme ayrılabilir. İlk bölüm ya da çıkan kalınbağırsak, yukarı doğru ilerler. İkinci bölüm yatay kalınbağırsaktır ve adından da anlaşılabileceği gibi karın boşluğuna enlemesine yerleşmiştir. Karaciğere yaklaşan bu bölüm karaciğer büklümü denen kesimde sola kıvrılır. Üçüncü bölüm olan inen kalınbağırsak aşağı doğru yönelmiştir. Dalak yakınında aşağıya yönelmek için yaptığı kıvrım dalak büklümü olarak bilinir. Dördüncü bölüm leğenin yan içbükey kıvrımını izleyerek ilerler. Kalınbağırsağın "S" biçiminde kıvrım yapan bu bölümü "sigmoit kolon" adıyla bilinir.
- Düzbağırsak (rektum) ; Sigmoit kolunun devamıdır. Bağırsağın en son parçasıdır ve dışarıya anüs deliğiyle açılır. Düzbağırsak, üçüncü sağrı omuru hizasında başlar. Uzunluğu yaklaşık 16-17 cm'dir. Çapı üstte yaklaşık 3 cm, ortada ampulla denen bölgede yaklaşık 5,5 cm' dir. Önemli bir bölümü küçük leğende bulunur ve arkada son üç sağrı omuru ile kuyruk sokumu kemiğine, önde ise idrar torbası ve kadınlarda dölyatağı ile dölyoluna komşudur. Düzbağırsağın 3 cm'lik en son bölümü apış arası bölgesinin kas ve zar oluşumları boyunca yer alır.
- Kalınbağırsağın yapısı
Kalınbağırsağın duvarı, incebağırsağınkine benzer bir yapıdadır. Yani dört katman ya da kılıftan oluşur: Mukoza, mukozaaltı, kas ve seröz katmanlar. En içte bulunan mukoza kılıfı dışkının ilerlemesini kolaylaştırıcı mukus üreten salgı bezleriyle donanmıştır. Mukozaaltı katmanı mukoza altında gevşek bir ara doku oluşturur. Seröz katman dışta körbağırsağı bütünüyle ya da yalnızca ön yüzeyinde saran, kalınbağırsağın sonraki bölümlerini sigmoit kolonun başlangıç kısmına kadar arka yüzeyini örtecek biçimde yayılmış karın zarından oluşur. Karın zarı yatay kalınbağırsak düzeyinde ve sigmoit kolonun büyük bir bölümünde askı işlevi görerek bu bölümleri karnın arka duvarına bağlar. Aynı biçimde düzbağırsak da kısmen karın zarıyla örtülüdür. Kas kılıfı iki katman halindeki düz kas liflerinden oluşur. Dıştaki katman uzunlamasına ilerlerken, içteki katman dairesel biçimde yerleşmiştir. Uzunlamasına ilerleyen katman sürekli değildir. Kas demetleri üç şerit oluşturacak biçimde toplanmıştır. Bu nedenle kalınbağırsağın dış görünümü incebağırsaktan farklıdır. Dış yüzeyler enine ve uzunlamasına oluklarla bölmelere ayrılır. Bunlar arasında kese biçiminde kabartılar bulunur. Uzunlamasına oluklar şeritlere, enlemesine oluklar ise yarımay kapaklarına karşılık gelir. Sigmoit kolonda şeritler daha geniştir ve birbirleri içinde kaybolur. Böylece düzbağırsakta dıştaki kas katmam süreklilik kazanır. Dairesel kas katmanı özellikle anüs bölgesinde gelişmiştir ve anüs çevresinde anüs büzgen kası denen bir çeşit halka oluşturur.
- Damarlar ve sinirler
Kalınbağırsak damarları büyük ölçüde aorttan kaynaklanan bağırsak askısı üst ve alt atardamarlarından gelir. Üst bağırsak askısı atardamarından körbağırsak, çıkan kalınbağırsak ve yatay kalınbağırsağın sağ yarısı beslenir. Alt bağırsak askısı atardamarı ise yatay kalınbağırsağın sol yarısını, inen kalınbağırsağı, sigmoit kolonu ve düzbağırsağın bir bölümünü besler. Düzbağırsak aynı zamanda alt mide atardamarı ve iç kasık atardamarından beslenir. Toplardamarlar, kapı toplardamarı sistemine bağırsak askısı toplardamarı aracılığıyla bağlanır. Düzbağırsakta toplardamarlar bir ağ oluşturarak bir yandan kapı toplardamarı sistemine, öbür yandan alt anatoplardamar sistemine boşalır. Böylece kapı toplardamarı sistemiyle, genel toplardamar sistemi arasında bir ağızlaşma oluşur. Lenf dolaşımı bağırsak duvarı yakınında yer alan ve ayrıca kan damarları boyunca uzanan lenf bezlerinden başlar. Kalınbağırsak otonom sinir sisteminin sempatik ve parasempatik lifleriyle bağlantılıdır. İncebağırsakta olduğu gibi lifler bağırsak duvarında iki ağ oluşturur. Bunlardan biri mukoza altında, öbür rü kas katmanları arasındadır.
- Hareketler
Kalınbağırsak hareketlerini düzenleyen birçok etken vardır. Örneğin bağırsağın gerginliği, kişinin duruş biçimi, bağırsak içeriğinin alınan besinle bağlantılı olarak azalıp çoğalması, bazı hormonların etkisi (gastrin, serotonin) ve duygusal etkiler kalınbağırsak hareketlerini etkiler. Gastrokolik refleks, bütün bağırsak duvarının yaptığı bir kasılma hareketidir ve yemeklerden sonra ortaya çıkarak dışkılama için bir uyan oluşturur.
- Kalınbağırsağın fizyolojisi
Kalınbağırsağın özellikle ilk yarısında incebağırsaktan gelen kimusun içindeki suyun büyük bölümü emilir. Böylece bağırsak içeriği giderek sertleşerek dışkı özelliği kazanır. Bunlar bağırsakta birikir ve daha sonra da dışarı atılır. Su ile aynı zamanda elektrolitler de geri emilir. Kalınbağırsakta bakteri yoğunluğu oldukça yüksektir. Bu bağırsak florası sindirilmeyen amit ve proteinlerin kokuşma ve mayalanmasıyla yıkımını, organizmaya yararlı olan vitaminlerin yapımını sağlar (K vitamini, folik asit, biyotin, pridoksin).

bademcik

bademcik
Solunum ve sindirim yollarının başlangıcında, burun-yutak ve ağız-yutak mukozası epiteli altında bulunan büyük lenf dokusu topluluklarının ortak adı. Burun-yutak bölgesinde yutak bademcikleri; östaki borusunun çevresinde burun-yutak bölgesinin yan duvarlarında "tuba" bademcikleri; ağız-yutak bölgesinin yanlarında, ön ve arka damak yutak kemerleri arasında "damak bademcikleri" bulunur. Çoğu zaman bademcik denince bunlar arasında en belirgini ve en iyi bilineni olan damak bademciği anlaşılır. Bu bademciklerin üzerinde yutak mukozası birkaç milimetre derinliğinde "kripta" denen büklümler yapar. Öbür bademciklerin sınırları oldukça değişkendir ve bu oluşumların hepsi Waldeyer halkası denen bir lenf dokusu topluluğu içinde yer alır. Bademciklerin temel işlevi vücudun savunma mekanizmasına yardımcı olmaktır. Bulundukları yer de birçok hastalık yapıcı etken (bakteriler, virüsler ve çeşitli yabancı maddeler) için önemli bir giriş noktasıdır. Özellikle yaşamın ilk yıllarında vücudun savunma mekanizmaları arasında önemli bir rol oynarlar. Körbağırsak apandisindeki lenf dokusu ve bağırsaktaki Peyer plakları ile bu yapılar arasında önemli bir benzerlik bulunmaktadır.

12 Temmuz 2009 Pazar

Minareller

Minareller

Vitamin ve Mineraller hakkında kısa bilgi

Vitaminler sağlıklı yaşamın vazgeçilmez bir parçası olan organik bileşiklerdir. Vitamin Latince yaşam anlamına gelen "vita" sözcüğünden kaynaklanır. Vitaminler vücut tarafından üretilemeyen, besinlerin enerjiye dönüşümüne ve vücudun normal işlevini sürdürmesine yardımcı olan maddelerdir. Yapılan araştırmalar, minerallerin de vücut işlevleri için vitaminler kadar önemli olduğunu ve ikisinin de vücutta belirli oranlarda bulunması gerektiğini ortaya koymuştur.
Vitamin ve mineral desteği niçin gerekir?
Özellikle hızlı ve ayaküstü yemek yeme, öğün atlama, tek tip beslenme gibi günümüzün dengesiz beslenme alışkanlıkları ve sebze, meyve, et, süt ve yumurtanın yeterli alınmadığı beslenme durumlarında vücudumuz gereksinimi olan vitamin ve minerallerin tamamım besinlerden alamayabilir. Özellikle yoğun fiziksel ve zihinsel aktivite, spor, sürekli ilaç kullanımı (doğum kontrol hapı, bazı antibiyotik ya da idrar söktürücülerin kullanımı), sigara ve alkol kullanımı, stres, gebelik, emzirme, menstrüel dönem ve yaşlılıkta bazı vitamin ve minerallere gereksinim artar. Gereksinim olan vitamin ve minerallerin dışarıdan alınması gerekir. Sigaranın özellikle C vitamininde yaptığı hasar önemli boyuttadır. Günde ortalama bir paket sigara içen bir kişinin en az 500 mg. ekstra C vitaminine gereksinimi vardır.
Yeterince vitamin ve mineral alınmazsa ne olur?
Yetersiz alım kendini başlangıçta huzursuzluk, iştahsızlık ve yorgunluk gibi bulgularla belli eden gizli vitamin eksikliğine neden olabilir. Kısa ya da orta dönemde genel durumun bozulmasına yol açar. Uzun dönemde ise kronik hastalık gelişimine neden olabilir.

Dengeli Beslenme İçin Tavsiyeler


• Vitaminler, vücutta metabolik olayların normal bir şekilde meydana gelmesi ve sağlıklı durumun sürdürülmesi için gerekli olan ve besinler içinde ufak miktarlarda alınan maddelerdir. Vitaminler iki grupta toplanır :
1- Suda gözünen vitaminler: C ve B grubu vitaminleri (B1, B6 gibi)
2- Yağda çözünen vitaminler: A, D, E, K vitaminleri.

• Besinlerin dört ana öğesi olan proteinler, yağlar, karbonhidratlar ve yemek tuzu gibi makro besleyiciler saf olarak alındıklarında, yeterli miktarlarda vücuda girseler bile, sağlıklı durumun sürdürülmesini sağlayamazlar. Bunlarla birlikte vitaminlerin ve demir, çinko, bakır, iyod, krom, magnezyum, manganez, molibden, vanadyum, ve silisyum gibi esansiyel minerallerin de alınması gereklidir.

• Vücudumuz için gerekli olan; karbonhidrat, protein ve yağ gibi ana besin öğelerini yeterli miktarda içeren besinlerle yapılan dengeli beslenme, bazı özel durumlar hariç vücudun günlük ihtiyacına yetecek kadar vitamin sağlar. Ancak, günlük beslenmeniz sebze, meyve, hububat, süt ürünleri, et ve yumurta gibi protein açısından zengin besinlerden herhangi birini içermiyor ya da az miktarda içeriyorsa, ihtiyacınız olan vitaminlerin tümünü besinlerden sağlanamayacağından vitamin takviyesi gerekir.

• Karbonhidrat, vücudun glikoza dönüştürebildiği her türlü maddedir. Glikoz hücrelerin enerji olarak kullandığı en önemli maddelerden biridir. Karbonhidratlar glikoza yıkılma özeliklerine göre basit ya da karmaşık olabilirler. Saf buğday ekmeği, şeker ve alkol kalori fazlalığı olduğunda kolaylıkla yağa dönüşebilen basit karbonhidratlara misal olarak verilebilir. Yapraklı sebzeler, patates ve hububat ürünleri karmaşık karbonhidratlara örnektir. Bu grup yiyecekler sağlıklı olmanız için gereken bütün besinlere sahiptir ve beslenme programınızın temelini oluşturmalıdır.

• Proteinler, vücudun en etkili kalori yakıcı bölümü olan kas dokusunu güçlendirmek açısından çok önemlidir. Protein ette, süt ürünlerinde ve daha az olarak hububat ürünlerinde bulunmaktadır. Yemeklerinizin yeterli miktarda protein içerdiğinden emin olun, ancak bu tür gıdaların yağdan da zengin olabileceğini aklınızdan çıkarmayın. Mümkün olduğunca yağ açısından fakir alternatifleri seçmeye çalışın.

• Yağ, hayatın idamesi ve sağlık için çok önemli olan yağ, sadece fazla miktarda alındığında zarar verir. A, D, E ve K vitaminleri gibi önemli vitaminler için taşıyıcılık görevi yapar. Vücudun savunma sisteminde önemli bir rolü olan yağ, östrojen gibi hormonların üretiminde ve depolanmasında görev alır. Günümüzde, sağlık uzmanları sağlıklı bir diyette bulunması gereken kalori miktarının en fazla 1/3'ünün yağdan gelebileceğini belirtmektedirler.


• Herkesin günlük kalori ve besin gereksinimleri farklıdır. Bir beslenme uzmanı bu konuda size yardımcı olabilir. Kilo vermek ve sağlıklı yaşamak için piramidin tabanını oluşturan yiyeceklerden bol miktarda yemeli, tepesindekilerden ise mümkün olduğunca kaçınmalısınız.

İyi planlanmış dengeli bir yemek şunlardan oluşmalıdır:
1- %20-30 oranında yağ.
2- %10-20 oranında protein.
3- %50-70 oranında karbonhidrat.

• Besinler uzun süre bekletildiğinde, pişirme, saklama ve ısıtma sırasında vitamin kaybına uğrayabilirler. Besinler içindeki yağda çözünen vitaminler ısı hava ve ışıktan pek etkilenmezler. B1 vitamini, folik asid, pantotenik asid (B5 vitamini) ve özellikle askorbik asit (C vitamini) gibi suda çözünen vitaminler ise, besin maddelerinin kaynatma ve kızartılmaları sırasında kısmen parçalanırlar. Yemek suyunun atılması da, besinler içindeki suda çözünen bir kısım vitaminlerin yitirilmesine neden olur.

• Kalsiyum; doğumdan yaşlılığa kadar, kemik, diş ve tırnakların sağlıklı oluşumunu ve devamını sağlamanın yanında kemik kaybının önlenmesi için gereklidir. Yaş ilerledikçe kalsiyum emilimi azalır.

• Demirin insan vücudu için önemi büyüktür. Kanın en önemli fonksiyonel komponentini oluşturan demir, dokuya oksijen taşınması ve böylece dokudaki oksidasyon olaylarının sürdürülmesi için gereklidir. Demir eksikliğine bağlı olarak kansızlık, yorgunluk ve çalışma kapasitesinde azalma görülür.
• Bazı bünyelerin suya daha çok ihtiyaç duyduğu, bazılarının da azla yetindiği sıkça rastlanan bir durumdur. En iyi yöntem ise az ve sık, özellikle de yemeklerin hazmedildiği saatlerin dışında içmektir. Ancak güç sarfederken kesinlikle içmemeye çalışın ve karşılaşmalar sırasında sadece suyla ağzını çalkalayan boksörleri düşünün. Eski zamanlarda madenlerde çalışanların da susadıkça bu yöntemi denediği bilinen bir gerçek. Eğer bir defada çok su içerseniz günün birinde böbreklerin iflas etme olasılığı çok fazla. Özellikle sabah yataktan kalkar kalkmaz ve de aç karnına bir bardak su içmek ise tüm organizmayı temizleyerek, toksinlerden arıtıyor. Zinde ve dinç olmayı sağlıyor.

• Daha az yağ yiyin. Aldığınız yağ miktarının günlük toplam kalori miktarının 1/3 ünden az olmasını sağlayın.

• Daha çok sebze ve meyve içeren, dengeli ve çeşitli yiyecekler yiyin.

KALSİYUM VE MİNERAL EKSİKLİĞİNDEKİ DOSTLARIMIZ

Havuş, şalgam, pırasa, ıspanak, lahana, pancar, badem, üzüm, elma, kiraz çilek, süt yoğurt... evet işte sizin sağlığınızın gerçek dostlarından oluşan uzunca bir liste.

Çok Sevelim

Sebze, salata, taze meyve, taze sebze, kuru meyve, bal, tahıl, zeytinyağı, bitkisel yağ, peynir, yumurta, taze tereyağı, su.. bunlar da yeni sevgilileriniz olabilir..

Çok Görüşmeyelim

Şarküteri ürünleri, beyaz unlu hamur işleri, pasta, konserveler, kahve, kakao, çikolata, tuz, katkı maddeli gıdalar ve şeker.

Kalsiyumu tam tanıyor muyuz?

Vücudumuzun %1.5 ile %2 sini kalsiyum oluşturur. İnsan vücudunun bütün kemiklerinde ve dişlerde fosforla beraber kalsiyum fosfat şeklinde bulunur. İşte bu bileşim yetişkinliğe kadar kemiklerde ve dişlerde gevşek bir yapı oluşturur. Bu sebeple kemikler bu yıllarda daha esnektir ve kırılırlarsa bile çok daha kolay kaynar. Ancak zamanla kalsiyum fosfat kristalleri kemiklerin kristalleşmemiş yerlerine de yerleşir ve kemikler daha da sertleşir. Bu durumda ise esneklik kaybolduğu için daha kolay kırılır ve kaynaması da bir o kadar zorlaşır.

Kalsiyum ve Bağırsak Tümörleri

Organizmada bulunan kalsiyumun neredeyse yüzde biri kanda, kaslarda ve yumuşak dokularda bulunur. Bu nedenle kalsiyum, kemik yapısının oluşumundan başka kas kasılmalarını, sinir sisteminden gelen sinyallerin kaslara iletilmesini ve hücre zarlarının oluşumunu kolaylaştırır. Ayrıca kalsiyum mineralinin bağırsak tümörlerini önlediği de öne sürülmektedir.

Kalsiyum Düzeyi Düşer veya Yükselirse Ne Olur

Kanımızdaki kalsiyum oranının, tavsiye edilen miktar olan bir desilitrede 9 - 11 mg. düzeyinde sabit tutulabilmesi çok önemlidir. Şayet oran bu miktarın altına düşerse vücudumuzda kas kasılmaları, kramp ve titremeler görülür ve bu durumda organizma kalsiyum yetersizliğini kemik ve böbreklerdeki kalsiyum miktarından alarak karşılama yoluna gidecektir. Ancak bu durumun sonucunda hem kemik bozuklukları hem de idrar kaybı gibi olumsuzluklar ortaya çıkar. Fakat oran önerilen miktarın üzerine de çıkabilir. Bu durumda ise aşırı kalsiyum birikimi kusma, iştahsızlık ve baş dönmesi gibi rahatsızlıklara yol açtığı gibi böbrek taşlarının oluşumuna ve kireçlenmeye de sebebiyet verebilir.
Nelerde Kalsiyum Var?

Kalsiyumu esas olarak süt ve süt ürünleri yoluyla bulabiliyoruz. Ancak tereyağ da bir süt ürünü olmasına rağmen onda kalsiyum bulunmamaktadır.

Bununla birlikte yeşil yapraklı bitkilerde, sebzelerde ve cevizde de kalsiyum bulunmaktadır.

18 ila 24 yaş arası günlük 1200 mg, 25 yaşından sonra ise günde 800 gram kalsiyum almak gerekir. Gebelik ve menopoz dönemlerinde günlük kullanılan kalsiyum oranı artabilir. Gıda maddelerindeki kalsiyumun % 30 veya 40 kadarı vücut tarafından özümsenir.

Kortizon Alanlar

Kortizon ve steroid türü ilaç kullananların organizmalarındaki kalsiyum miktarının düştüğünü unutmamak gerekir. İngilterede1998 tarihinde yapılan bir araştırmada, yemeklerle beraber tüketilen veya yemeklere katılan peynirler dişler için normal beslenme yoluyla olanından daha çok koruyuculuk özelliği taşıdığı ortaya çıkmıştır. Sağlıklı beslenmeye önem veren annelerin ve babaların bundan böyle yemek ve salatalarında da peynire yer vermelerini ümit ediyoruz.

MİNERALLER

Çinko

Bir çok besinde fazlasıyla bulunan çinko minerali bağışıklık sisteminde anahtar rolü oynar, zinde yapar, verimli yapar. Akyuvarların, antikorların oluşmasında payı vardır. Bağışıklık sisteminin bu askerleri bizi hastalığa neden olan virüslerden koruduğu gibi zehirli maddeleri de zehirsiz hale getirmede yardımcı olur.
Bağışıklık sisteminin düzenli çalışabilmesi için vücutta bol miktarda çinko bulunması gerekiyor. Yaraların iyileşmesi, görme duyusunun güçlenmesi diyabet hastalığı, böbrek hastaları, çinko eksikliği tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Çinko eksikliği sizi enfeksiyon hastalıklarına karşı savunmasız bırakır. Ayrıca tat ve koku duyularını da zayıflatır. Kırmızı et, karaciğer yumurta, deniz ürünleri, fasulye, bezelye ve fındık bol miktarda çinko içerir.
Hastalığın kol gezdiği kış aylarında soğuk algınlığı ve gribe karşı çok etkilidir. Çünkü bakterilere ve virüslere karşı savaş açar ve sonuçta bu hastalıklara karşı çok zayıf olan kişilerde bu tehlikeyi azaltır. Akneye karşı da çok etkili bir mineraldir, A vitamininin kimyasal bileşimini harekete geçirir ve mikrop öldürücü etkisi akne sivilcelerinin kaybolmasını sağlar. Fakat çinkonun yararları bununla bitmiyor. Hücre yenilenmesinde payı olduğu için cildi de güzelleştirir. El tırnaklarını sertleştirir ve saçı kuvvetlendirir, nörodermitisi ve uçukları hafifletir. Adet görme ağrılarını hafifletmesini, kısırlığa karşı etkili olmasını da diğer özellikleri arasında sayabiliriz. Ve amalgam gibi ağır metalleri de vücuttan atar.
Aşağıdaki Besinlerde ( 100 Gramında ) -İstiridye 7 mg, -Peynir 2-4 mg, -Sığır eti 5 mg, -Sütsüz çikolata 2 mg, -Kuru fasulye 3 mg, -Yumurta 1.5 mg, -Mısır 2.5 mg, -Brüksel lahanası 1 mg, -Karides 2.3 mg, -Brokoli 1 mg, Çinko bulunur.

Demir

Hemoglobinin yapısında yer alan demir, oksijenin dokulara taşınması ve hücre solunumu için çok önemlidir. Eksikliğinde kansızlık ortaya çıkar. Sağlıklı bir yapıya sahip olmak, her daim enerjik olmak için kullanmanız gereken en önemli mineral demirdir.
Vvücutta demir azlığı şu belirtilerle kendisini gösterir. Nefes darlığı, anemi, soğuğa karşı duyarlılık, üşüme, çarpıntı, saç kırılması ve dökülmesi, çiğneme güçlüğü, sindirim bozuklukları, baş dönmesi, yorgunluk, kemik zayıflığı, tırnak bozuklukları, iştahsızlık, sinirlilik, ağız içi enflamasyonu, şişmanlık, solgun bir yüz, zihin fonksiyonlarının zayıflaması...
Vücuttaki demir miktarını azaltan en önemli etkenler ise fosfor tüketimi fazla olan bir beslenme biçimi, fazla alkol alma, sindirim bozukluğu, uzun süreli hastalıklar, ülser, fazla miktarda çay ve kahve tüketimidir. Ayrıca ağır egzersizler ve çok terlemek de demir eksikliğine yol açıyor. Demir, kanın vücuda oksijen taşımasını sağlayan hemoglobinin oluşmasına yardım eder. Adet kanamaları ve hamilelik vücuttaki demir miktarını azaltır. Vejetaryenler, diyet uygulayanlar ve yaşlılar,demir eksikliği tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Demir eksikliği anemi (kansızlık) yaratır. Karaciğer kırmızı et, balık türleri, kuru fasulye, kurutulmuş meyve, yumurta sarısı ve yeşil yapraklı sebzeler, demir içeren besinlerden bazılarıdır. En çok da kadınların demir tüketmesi gerekiyor, çünkü reglin yanı sıra hamilelik ve emzirme dönemlerinde kadınların vücutlarındaki demir oranı hızla azalıyor. Çünkü anne, çocuğun demir ihtiyacını, kendi vücudundaki demirle karşılıyor. Ayrıca kadınlar erkeklere göre vücutlarında daha az demir depolayabiliyorlar, bu nedenle de mutlaka takviye demire ihtiyaç duyuyorlar.Uzmanlar günlük besinler dışında hergün ilave demir alınması konusunda hemfikirler.

İyot

Tiroid hormonunun yapımı için gereklidir. Tiroid hormonu hücre metabolizması ve dolayısıyla fiziksel ve zihinsel gelişme, sinir ve kas dokusu işlevleri, dolaşımda rol oynar. Yeterli miktarda alınmazsa guatr yani tiroid bezinde büyüme meydana gelir.
Bebek ve Çocuklarda; Büyüme ve Zeka geriliği, Cücelik görülür. Gebelerde; Düşük ve ölü doğum görülür. Guatr her yaşta görülebilir. İyot yetersizliğine bağlı hastalık sorunları İyotlu tuz kullanmakla önlenir. İyotlu tuz kullanımı , Guatrı tedavi edemez, fakat guatr oluşmasını, ilerlemesini ve zeka geriliğini önler.

Kalsiyum

Kalsiyum (Kemiklerin temel minerali); Kemik ve diş sağlığı için önemlidir. Kanın pıhtılaşmasında rol alır. Eksikliğinde kemik yapı bozuklukları ve sinir dokularında aşırı duyarlılık görülür. Bakır Merkezi sinir sisteminin düzenli işlemesinde ve demir metabolizmasında rol alır. Eksikliğinde kansızlık görülür. Yaşlı bir insanla 10 yaşındaki çocuk arasıdaki ortak nokta nedir? Bu ortak nokta, ikinizin de aynı miktarda kalsiyuma ihtiyacı olmasıdır. Kalsiyumun kemikler için önemi, yaygın inanışın tersine, yalnızca çocukluk ve gençlik çağıyla sınırlı değildir. Çünkü yetişkin yaşlarda az kalsiyum alınması ile osteoporoz arasında bağlantı vardır. Osteoporoz, yani kemiklerin kalsiyum eksikliğine bağlı olarak dayanıksızlaşması, ileri yaşlarda kemiklerin kolayca kırılmasına yol açan önemli ve yaygın bir sağlık sorunudur. Konuyu araştıran bilim adamlarına göre sağlıklı kemikler için tavsiye edilen kalsiyum miktarında yaşla birlikte azalma olmuyor.
Ne kadar kalsiyum gerekir?
Büyüme dönemindeki çocuklar, ergenler, gebeler ve emziren kadınlar kalsiyuma en çok ihtiyacı olanlardır. Kemik kitlesi otuzlu yaşlarda maksimum miktarına erişir. Bu yaşta kemik yapımı ile kemik yıkımı denge durumundadır. Her ne kadar ergenlik döneminde günde 1,200 miligram olan günlük kalsiyum gereksinimin 25 yaşından sonra 800 miligrama indiği kabul edilse de kalsiyumla ilgili son araştırmalar, yetişkin insanların daha fazla kalsiyum alması gerektiğini göstermektedir. Araştırmacılar, özellikle genç yaşlarda bol kalsiyum alınmasının, ileri yaşlarda osteoporoz riskini azalttığını belirtiyorlar.
• Kalsiyum emiliminde azalma : Yaşla birlikte kalsiyum emilimi azalır. Eğer 65 yaşın üzerindeyseniz D vitamini yapımı da azalmıştır. D vitamini, kalsiyumun kemiklere ulaşması için gerekli bir vitamindir.
• Kadınlar için önemli : Kadınlarda östrojen düzeylerinin düşmesi, kemik yıkımını hızlandırır çünkü östrojen kemiklerdeki kalsiyumun azalmasını önleyen bir hormondur. Menopozda östorjen düzeyleri düşünce kemik yıkımı artar. Menopozun ilk 6-8 yılında östrojen verilmesi (hormon replasman tedavisi) kemik erimesini yavaşlatır. Menopozda östrojen kullanmayan kadınların daha fazla kalsiyum alması gerekir. Menopozdan 10 yıl sonra ise östrojenin etkisi azalır, kalsiyumun etkisi artar. Bu dönemde 1,500 mg kalsiyum alınmasının kemik erimesini azalttığı düşünülmektedir.

Daha fazla kalsiyum alma yolları
• Doğru besinleri seçin : Süt ürünleri en zengin kalsiyum kaynaklarıdır. Kalorileri kısıtlamak için az yağlı süt ve az yağlı peynirleri seçebilirsiniz. Süt içmiyor ve süt ürünlerini sevmiyorsanız yeşil yapraklı sebzeler ve kalsiyum takviyeli hazır besinleri seçin ya da kalsiyum desteği sağlayan tabletler kullanın.
• Kalsiyum desteği : Beslenmeyle yeterli miktarda kalsiyum almak mümkündür ama günlük besinleriniz arasında süt ve süt ürünleri fazla yer tutmuyorsa kalsiyum desteği almanız gerekir.
Kalsiyum desteği alırken dikkat etmeniz gerekenler
• Küçük dozlarda alın : Her bir doz 600 mg''ı aşmasın. Küçük dozlar daha iyi emilir.
• Yemekle birlikte alın : Bazı besinler kalsiyum emilimiyle etkileşse de kalsiyumu yemekle almak en elverişli yoldur. Çünkü yemek yenilirken asit üretiminin uyarılması, kalsiyum emilimini artıran bir faktördür.
• D vitamini ile birlikte alın : Bir multivitamin almıyorsanız kalsiyumun yanı sıra 200-400 IU D vitamini içeren bir kalsiyum desteği seçin. Yeterli kalsiyum alınması, kemik yıkımının yavaşlamasını sağlayarak osteoporoz riskini azaltacaktır. Kalsiyum ve D vitamini desteğinin yanı sıra düzenli ağırlık kaldırma egzersizleri yapılması kemikleri güçlendirecektir. Kadınlarda egzersiz ve yeterli kalsiyum alımı ile kombine edilen östrojen tedavisi, kemik erimesi ve kırıklara karşı en iyi savunmadır.

Magnezyum

Magnezyum hayati önem taşıyan 11 mineralden birisi, belki de en önemlisidir. Vücudun kendisi bu minerali üretmediği için magnezyumun besinler yoluyla alınması gerekir. Magnezyum özellikle strese ve migrene karşı iyidir ve kalbi korur. Astım ve alerjik nezleyi hafifletir. Ayrıca cildi düzgünleştirir, saçı güzelleştirir, tırnakları kuvvetlendirir. 300 enzimi çalıştırır ve bununla metabolizmayı etkilemiş olur. Normal kemik yapımı, sinir ve kas işlevleri için gereklidir. Fazla terleyen, müshil veya idrar söktürücü ilaç alan kişilerde vücuttan daha fazla magnezyum gider. Stres, gebelik ve emzirme gibi durumlarda ise vücudun magnezyuma olan ihtiyacı daha da artar. Ve vücut bu minerali yeteri kadar almadığı takdirde kemiklerde depo edilmiş olan magnezyuma el atar. Rezervi bittiği zaman da alarm verir. Mide barsak bölgesindeki, idrar yollarında, baldırlardaki kramplar, kalp ritmindeki bozukluklar, boyunda ve omuzlarda kasılmalar veya sinirlilik, ellerde uyuşukluk ve karıncalanma, migren, dikkat azlığı, gürültüye karşı hassasiyet magnezyum eksikliğinin işaretleridir. Depresyon, deliryum, merkezi sinir sistemi uyarılmasında artış ve kasılmalar olabilir.
Aşağıdaki Besinlerde ( 100 Gramında ) -Kakao (toz) 590 mg, -Ispanak 56 mg, -Yağlı peynir 53 mg, -Dil balığı 49 mg, -Muz 36 mg, Magnezyum bulunur

Manganez

Kıkırdak dokusu, steroid sentezi, ve glukoz kullanımı için gereklidir. Eksikliğinde anormal kemik ve kıkırdak oluşumu, glukoz toleransında bozulma ve büyümede gecikme oluşabilir.

Potasyum

Sodyum ile birlikte vücudun sıvı-elektrolit dengesinin korunmasını sağlar. Yazın terle birlikte potasyum kaybı fazla olur Potasyum eksikliğinde yorgunluk, kabızlık, bacak krampları, kas zayıflığı, sinir duyarlılığı, kalp atışında düzensizliği görülür. Zengin potasyum içeren muz, patates, kayısı, kara ekmek gibi gıdalar aynı zamanda kalori yönünden de zengin oldukları için kilo aldırabilirler. Kalori almadan kaybettiğiniz potasyumu yerine koymak için, Limon aromalı potasyum efervesan tablet alınarak potasyum eksikliği giderilebilir.

E Numaraları Hakkında Genel Bilgi

Gıda katkı maddeleri gıdalarla mikrobiyolojik bozulmayı önleme ve dayanıklılığı arttırma, besleyici değeri koruma, teknolojik işlemlere yardımcı olma, renk, görünüş, lezzet, doku gibi duyusal özellikleri düzeltme gibi pek çok amaçla katılan maddelerdir.

Hergün tükettiğimiz hazır yiyecek ürünlerinde bulunan katkı maddeleri. Bunları hepimiz her zaman her yerde tüketiyoruz; Sağlıklı beslenmeye özen gösteren kişiler bile mesela bir kap meyveli yoğurt ya da kuru meyve yerken birtakım kimyasal maddeleri de beraberinde tüketiyor. Şüphesiz bu katkı maddelerinin hepsi insan sağlığına zaralı değil. Bu yazının amacı, insan sağlığını korumak bu konuda bilgi sahibi olmak isteyenlere yardımcı olabilmek. Sorun, bugüne kadar Türkiye'de tüketicilere neyin zararlı neyin zararsız olduğunun açık bir şekilde duyurulmamış olması. Yoksa bu katkı maddelerinin tüketilmesi veya tüketilmemesi tamamen bireyin tercihine kalmış birşey. Yani asıl önemli olan tercih edebilme hakkımızın olması!

Son 30 yıldır gelişmiş ülkeler ve Türkiyede yiyecek maddelerinde kullanılan katkı maddelerinde tam bir patlama olmuştur. Örneğin sadece İngiltere'de bir yıl içinde kullanılan katkı maddelerinin toplam ağırlığının iki yüz bin tonu geçtiği sanılıyor. Çoğu aroma/lezzetlendirici olmak üzere toplam altı bin civarında katkı maddesi bulunuyor. Bu maddelerin tüketimi arttıkça, bazı rahatsızlıklarla olan bağlantılara yönelik bulgular da ortaya çıkmıştır. Bunların içinde en sıkça görülenleri egzema, astım, başağrısı, alerjik kaşıntılar, gastrik rahatsızlıklar, ishal (özellikle çocuklarda), hiperaktiflik ve aşırı duyarlılık (hypersensitivity vb.), kanser vakalarıdır. Ne yazık ki dünyanın çeşitli devletleri, bu konuda artırılması ve geliştirilmesi gereken araştırmalara ve birtakım gıda komitelerinin uyarılarına sırt çevirmektedir. Gerçek şu ki, son iki,üç nesil bir nevi 'DENEK' olarak kullanılmaktadır.

Bu maddelerin güvenli olup olmadığını anlamak için hayvanlar (özellikle fareler) kullanılmıştır; ancak hayvanlar insan değil ki onlara kendilerini nasıl hissetiklerini soralım. (Başınız ağrıyor mu? Mideniz bulanıyormu gibi!) Ayrıca insanlarla hayvanların biyokimyasal ve genetik yapıları farklı olduğu için varılan sonuçlar son derece yanıltıcı olabiliyor. Bir misal verecek olursak : İinsanlar thalidomide ilacından, farelerden yüz kat, maymunlardansa yirmi kat daha duyarlı olup çok daha fazla etkilenmektedirler. Diğer bir nokta da, bu katkı maddelerinin 'kokteyl etkisi' nin araştırılmaması. İki madde üzerinde birden yapılan ender bir araştırma sonucunda, sodyum sülfit (E221) ile benzoik asidin (E210) etkileri karşılaştırıldıklarında, ayrı olarak tek başlarına verdikleri sonuçlardan çok daha ciddi olduğu ortaya çıkmış.

Şunu da kabul etmek gerekir ki, katkı maddeleri tabii hayatımızın mucizeleri arasında. Emülgatörler, düzenleyiciler (stabilitör), katılaştırıcılar, jöleleştirici maddeler, ayırıcılar (anti-caking agents) ve boyalar sayesinde yiyecekler dipdiri yapılarıyla, capcanlı renkleriyle, gözümüze çok daha çekici görünecektir. Bu maddelerle artık hiçbir şey imkansız değil. Günümüz dünyasında bir gıdanın raf ömrünün bir yıl, iki yıl ya da bilmem kaç yıl daha uzaması artık insan sağlığından çok daha önemli.
Size abartılı ama ne yazık ki gerçek bir misal :
Bir paket hazır tavuk çorbasının içindekiler, nişasta, kuru glikoz şurubu (acaba nasıl kurutuluyor?), bitkisel yağ, şeker.
Lezzetlendiriciler: monosodyum glutamat (621), sodyum 5'ribonucleotide (635), tuz, kurutulmuş tavuk, soğan tozu.
Asit düzenleyici : E340, baharatlar.
Emülgatörler : E471, E472(b).
Boyalar : E150, E102
Antioksidanlar : E320, E321 (!!!)

Vücudumuza giren zehir miktarını mümkün olduğunca azaltmak vücudumuzun ve bağışıklık sistemimizin daha güçlü olmasını sağlayacaktır kuşkusuz. Ve arada bir tüketilen birkaç katkı maddesi tabii ki bizi öldürmez. Aşağıda belirtilecek olan listelerin sağlığınızı koruma yolunda size yardımcı ve rehber olmasını diliyoruz. .

Sebze ve meyvelerde.

Maydanoz, şalgam yaprağı, asma yaprağı, yeşil biber, kara lahana, karnabahar, ıspanak, çilek, portakal limon,greyfurt, mandalina, şeftali, domates, taze fasulye, patates, brokoli, bezelye, kivi, kavun.

Bitkilere uygulanan kesme, soyma ve ezilmelerde vitamin kaybı olur. C V

Kalsiyum metabolizması ve kalsiyum taşımasıyla ilgilidir.

Dişler için elzemdir.

Fazla alınan D Vitamini toksiktir.

İskelet sisteminde hastalıklar görülür. (Özellikle çocuklarda)
Raşitizm ve Osteomalazi.

Osteoporoz.
yaşlılıkta duyma zorlukları.

Balık yağı.

Ringa balığı, Uskumru fleto, Som balığı, Tuna balığı, Sardalya Somon (taze), Karides.

Süt, yumurta sarısı.

KARACİĞER BOZUKLUĞU BELİRTİLERİ

Mide bulantısı, kalp ağrıları, midede şişkinlik, gaz, baş ağrısı, uykusuzluk, paslı dil, nefes kokusu, çok berrak veya çok yüklü idrar, sarı bir ten, yorgun bakışlar, kırmızı bir burun ve yüzde lekeler.

Astımlılar özellikle kullandıkları ilaçlar sebebiyle risk grubunu oluştururlar. Bu şikayetlerden biri veya bir kaçı sizde de varsa öncelikle beslenme alışkanlığınızı gözden geçirip hemen bir doktora başvurmalısınız.

Karaciğer Bozukluğu Sebepleri

Kesme şeker, toz şeker, beyaz tuz, margarin, rafine yağlar, konserve, beyaz undan mamul hamur işleri, pastalar, şarküteri ürünleri, kimyevi besinler, ilaçlar, alkollü içkiler, kolalı içecekler, sigara, stres, daima oturarak çalışmak.

Karaciğer Dostları

Bal, taze meyve, özellikle limon şekerli kuru meyveler, kaya tuzu, kimyevi madde katılmamış zeytinyağı, çiğ ve pişmiş sebzeler, havuç, pancar, lahana, enginar, kereviz, karahindiba, pırasa, sarımsak, kara un veya kepekli unla yapılan hamur işleri, tahıl ürünleri, esmer ekmek, yumurta, peynir, soya, kuru yemiş, turp, su, dinlenme ve egzersiz.

D & E Diğer vitaminler

D & E Diğer vitaminler

Kalsiyumun güçlü kemikler için temel öneme sahip olduğunu biliyorsunuz. Ancak kemiklerinize ulaşan kalsiyumun miktarını artırmak için D vitaminine ihtiyacınız olduğunu unutmayın. Bu yüzyılın başında D vitamini noksanlığının raşitizme yol açtığı keşfedildi ve bu vitaminin, beslenmenin temel öğelerinden biri olduğu anlaşıldı. Çocukluk çağında görülen raşitizmde kemik gelişimi bozuluyor ve kemiklerde biçim bozuklukları ortaya çıkıyordu. Bugün D vitamini desteği sayesinde, çocuklarda D vitamini noksanlığı neredeyse tümüyle ortadan kaldırıldı ama yetişkinlerin de D vitamini alımına dikkat etmesi gerekiyor. Vücudumuz güneş ışınları ve besinlerden D vitamini üretir. Cildimiz ultraviyole ışınlarına maruz kaldığında, cildimizdeki kimyasal bir madde, D vitamininin inaktif formuna dönüşür. Bazı besinlerde de D vitamini bulunur. Tereyağ, yumurta ve yağlı balıklar doğal D vitamini kaynaklarıdır. D vitamini katkılı süt, margarin ve bazı kahvaltılık tahıllarda D vitamini bulunur. İnaktif D vitamini, kan yoluyla karaciğere getirilir ve burada vücudun kullanabileceği aktif forma dönüşür. D vitamininin aktif formu, ince barsaklardan kalsiyumun emilmesine yardımcı olur, kalsiyumun kemiklerde ve dişlerde tutulmasını sağlar. D vitamini ve kalsiyumun uzun süreli eksikliği osteoporoza neden olur. Osteoporozda kemikler dayanıksız ve kırılgan bir durum alır. Daha seyrek olarak, yetişkinlerde D vitamini eksikliği sonucunda kemiklerde yumuşama ve biçim bozukluğu ile kendini belli eden osteomalazi ortaya çıkar.

D vitamini sentezi ile etkileşen faktörler
Vücudumuz, D vitaminini güneş ışınları yardımıyla sentezlediğinden haftada üç defa 10-15 dakika süreyle kolların, ellerin, yüzün doğrudan güneş ışığına maruz bırakılması, D vitamini sentezini uyarır. Ancak sağlık sorunları nedeniyle kapalı mekanlarda bulunan veya yeterli güneş görmeyen bölgelerde yaşayanlarda D vitamini eksikliği görülebilir. Kış aylarında güneşin yetersiz olması ve kalın giysiler de D vitamini yapımının azalmasına neden olur. Yapılan bir çalışma 66 ile 99 yaşları arasındaki kişilerin kış aylarında D vitamini depolarının azaldığını ortaya koymuşur. Yaşla birlikte vücudun UV ışınlarından D vitamini sentezleme yeteneği azalır. Böbrek veya karaciğer hastalığı nedeniyle inaktif D vitaminin aktif forma dönüştürülme yeteneği azalır. Şipru gibi yağ emilini azaltan barsak hastalıkları D vitamini emilimini de azaltırlar. Aritmi ve epilepside kullanılan fenitoin de D vitamini noksanlığına yol açabilir.

Yeterli D vitamini almak için ne yapmalı?
Biraz güneşe çıkın--Yaz aylarında haftada üç defa 10-15 dakika güneşlenin. Böylece kış aylarında harcayacağınız D vitaminini karaciğerinizde depolamış olursunuz. Cildin düzenli olarak kısa sürelerle güneş ışınlarına maruz kalması, cilt kanseri riskini artırmamaktadır. Daha sık güneşe çıkıyorsanız koruyucu filtreleri olan güneş yağları kullanın.Genel olarak ne kadar koyu tenli iseniz yeterli D vitamini sentezi açık tenlilere göre daha fazla güneşte kalmanız gerekir. Süt için--Genç yetişkinler için günde iki bardak süt içilmesi, günlük D vitamini ihtiyacını karşılamak için yeterlidir. Bu miktar yaşlılar için yeterli olmayabilir. Menopoz sonrasındaki kadınlar ve 55 yaşın üzerindek erkeklerde osteoporozu önlemek için ilave kalsiyum ve D vitaminine gerek vardır. Kalsiyum ile birlikte D vitamini alan kadınlarda kemik kırıkları riski azalmakadır. Bu nedenle bazı doktorlar orta yaşlılara günde 400 IU (uluslararası birim) D vitamini tavsiye etmektedir. Özellikle az güneşe çıkanların D vitamini desteğine ihtiyacı vardır. Birçok multivitamin ve mineral desteği tabletinde 400 IU D vitamini vardır. Kalsiyum tableti alıyorsanız içinde D vitamini de bulunmasına dikkat edin. İçinde 200-400 IU D vitamini bulunanları tercih edin. D vitamini ve A vitamini kombinasyonları iyi bir seçim değildir çünkü bunlarda kalsiyum yoktur. Doktorunuz tarafından verilmemişse günde 400 IU'dan fazla D vitamini almayın. D vitamini vücutta depolandığından dolayı fazla miktarda (günde 2,000 IU) D vitamini toksik etkilere neden olabilir. D vitamini zehirlenmesinin belirtileri bulantı, kilo kaybı, sinirlilik, karaciğer, böbrekler ve yumuşak dokularda kalsiyum birikimdir.

D VİTAMİNİ

D Vitamininin oluşması için ultra-viyole ışınlarına ihtiyaç vardır.

Antioksidan özelliği ile eritrositleri korumaktadır.

A Vitamininin oksidasyonunu önleyerek etkinliğini arttırır.

Yağların oksidasyonunu önler.

Kanser ve erken yaşlanmayı önleyebilir.
Yaşlılık nedeniyle ortaya çıkan hafıza kayıplarını önleyici etkisi vardır.

İlaç ve radyasyonun zararlı etkilerinden korur.

Virütik hastalıklara karşı bağışıklık sistemini geliştirir.

Göz sağlığı için elzemdir.

Doğal yiyeceklerden oluşan diyetle eksikliğine pek rastlanmaz

Kesin olmamakla beraber kısırlığa neden olabilir.

Yeşil yapraklı bitkiler, yağlı tohumlar ve bunlardan elde edilen yağlar, tahıl taneleri ve kuru baklagiller.

Ay çiçek yağı (genel olarak bitkisel yağlarda bol bulunur)

Badem ,buğday, yer fıstığı, ıspanak, brokoli, kırmızı et,

Balık yağı, ıstakoz.



E vitamini

E vitamini, yapılan çalışmalarda tıp dünyasının dikkatlerini üzerine toplamaya devam ediyor. E vitamini (C vitamini ve beta karoten gibi) "serbest radikalleri" yani bir elektronu eksik olan oksijen moleküllerini tutarak hücrelere zarar vermesini önleyen "antioksidan" özelliğe sahip bir madde. Antioksidanlar bir elektronlarını serbest radikallere vererek bunları zararsız duruma getiriyorlar. Antioksidanlar ortamda bulunmadığında ise serbest radikaller canlı hücrelerden elektron çalarak hücrelere zarar veriyorlar. Böylece sonu kansere kadar varabilen hücresel değişimler meydana geliyor. Son çalışmalara göre, bir antioksidan olan E vitamininin bazı potansiyel faydaları şunlar:
E vitamini desteğinin kalp hastalığından koruyucu etkisi var.
E vitamini alınması bazı kanser türlerine yakalanma riskini azaltıyor.
E vitamini Alzheimer hastalığının ilerlemesini yavaşlatıyor.
E vitamininden zengin beslenmenin Parkinson hastalığından koruyucu etkisi olabilir.
E vitamini alınması yaşlı kişilerde bağışıklık sistemini güçlendiriyor.
Uzmanlar E vitaminine ilişkin umut verici haberleri değerlendirirken E vitamininin yararları için daha güçlü kanıtlar sağlayacak olan randomize, kontrollu çalışmaların sürdüğünü belirtiyorlar.

E vitamini almanın riskleri var mıdır?
Kanın pıhtılaşmasını azaltan antikoagülan ilaçları alan kişilerin E vitamini alması önerilmiyor çünkü bu ilaçlarla birlikte alınan E vitamini pıhtılaşma zamanını uzatabiliyor.

En uygun E vitamin dozu nedir?
E vitaminiyle ilgili çalışmalarda 50 IU (uluslararası ünite) ile 1,200 IU arasındaki dozlar kullanılmıştır. Kalp üzerinde yararlı etki için günlük E vitamini dozunun en az 100 IU olması gerekir. Kalp hastaları için önerilen doz genellikle günde 400 IU dozudur.

E vitamini alınması tavsiye edilir mi? E vitamini doktorların en çok tavsiye ettikleri vitaminlerdendir. Bazı uzmanlar özellikle kalp hastalarına E vitamini vermektedir.Tek başına diyetle yeterli E vitamini almak güçtür. Ama unutmamalı ki hiç birvitamin sağlıklı beslenme ve düzenli bedensel aktivitenin yerini tutamaz.



E VİTAMİNİ

Pıhtılaşmada ve kemik yapımında kajsiyuma yardımcıdır.

Kan pıhtılaşmasında önemli rol oynar.

Bazı çalışmalar özellikle yaşlılarda kemikleri güçlendirdiğini göstermektedir.

Kontrolsüz kanamalara neden olan K Vitamini eksikliği malabsorbsiyon hastaları hariç ender görülür.

Doğumdan sonra ilk 3-5 gün içerisinde barsak florası henüz tam gelişmemiş olduğunda K Vitamini eksikliği vardır.Bu neden le doğumdan sonra tüm bebeklere verilmesi gerekmektedir.

Hayvansal ve bitkisel yiyeceklerin çoğunda bulunur.

Yonce ıspanak vb. Yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller, balıklar, soya fasülyesi yağı, fındık, ceviz, domates, havuç.



K VİTAMİNİ
- Atardamar ve toplardamarların sağlığı için önemlidir.

K ve P vitaminleri damarlarda kolestrolün birikmesine ve damarların sertleşmesine engel olur.


- Limon, portakal, özellikle kabukarında.

Ispanak, greyfurt, yeşil fasulye,
çimlendirilmiş buğday, karpuz kavun, lahana, bezelye, patates, soğan.

P VİTAMİNİ

Enerji metabolizmasında enzimlere yardımcıdır.

Tüm hücrelerde, sinir ve sindirim sisteminde,
yiyeceklerin enerjiye dönüştürülmesinde gereklidir.

İştah arttırıcı etkisi vardır.

Enfeksiyonlara karşı bedeni korur.

Sinir ve sindirim sistemi bozuklukları.

Eklemlerde şişme, ağrı, denge kaybı, kalp yetmezliği görülür.

Çabuk yorulma , çabuk öfkelenme, asabiyet unutkanlılık, kaslarda ve baldırlarda ağrı, kramp, sık kalp atışı, bacaklarda şişme, çocuk seslerine katlanamama, iştahsızlık, yorgunluğa rağmen uyuyamama, kabızlık, baş ağrısı.

Aşırı eksikliğinde beriberi (gece körlüğü) hastalığı görülür.

Tahıla dayalı beslenenlerde pek görülmez.

Bitki tohumları. Tohumların dış kısımlarında ve embriyolarında yoğundur.

Yemeklerin pişirme suları atılmamalıdır.

VİTAMİN (B1 VİTAMİNİ)

Alyuvarlar özelliklede kansızlık çekenler için elzemdir.

- Kan oksijeni bedene demir sayesinde taşır.

- Demirin sindirimi asitli ortamda gerçekleşir , B grubu vitaminleri eksik olanlarda ve soda gibi alkali sıvı alanlarda bu asit eksiktir. Dolayısıyla da demir yararsız olur.

- Demirin sindirimi için, alınan besinde yeteri miktarda klorofil ve bir miktarda bakır (organ etlri, susam, fındık, fıstık, kuru baklagiller, etler, balıklar, kakao, yumurta ve yeşil sebzelerde) bulunması gerekir.

-Kansızlık.

Yorgunluk, iştahsızlık, baş dönmesi.

İnek sütü demir emilimini olumlu yönde etkilemediği için kansızlık olasılığı artar.

Karaciğer, dalak, diğer organ etleri, yumurta, pekmez, üzüm, kuru meyveler, yeşil sebzeler,kuru baklagiller, fındık, fıstık, ıspanak (ancak emilimi azdır), mercimek.

Kuru fasulye, kuru bezelye,buğday, yulaf, kuru erik gibi.

Portakal, domates, muz, havuç, çavdar, bal, şalgam, kereviz.

DEMÝR (Fe)


- Vücut sıvılarının nötr kalmasını sağlar.

Kalsiyum la birbirini tamamlarlar, Biri eksikse öbürünün de etkisi azalır. - Bitkilerin olgunlaşmış tohumlarında.

Nohut, badem, mısır, Hindıba, üzüm, mercimek, bezelye, kepekli pirinç, soya fasulyesi, salatalık, portakal, domates, kavun, erik v.b.

FOSFOR (P)

Troid guddesinin dengeli çalışması için zorunludur. - Guatr.

Halsizlik, asabiyet ve gerginlik.

Deniz tuzunda ve denizden çıkan her türlü üründe . (Deniz yosununda, özelliklede “kelp” yosununda).

Azda olsa, kuşkonmaz, lahana, havuç, böğürtlen, turp, ıspanak, domates, patates, soğan, muz da bulunur.

İYOT (I)

Pıhtılaşma için önemlidir.

Kalp kası ve kas kasılmalarında, enzimlerin işlevlerini yapabilmeleri için ve sinir sistemi için de gereklidir.

Asabiyet,
gevşeyememe, uykusuzluk , huzursuzluk, halsizlik, kaslarda kramp,,aybaşı hallerinde kadınların karın krampları, ve sancıları

Diş çekilmelerinde ve ameliyatta kanamalara neden olabilir.

Süt ve türevleri, pekmez, susam, fındık, fıstık, kurutulmuş meyveler, yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller.

Kara turp, kuru incir, salatalık, badem.

Kemik kırılıp sirke veya limonla kaynatıldığında suyunda kalsiyum vardır.

KALSİYUM (Ca)

Sindirimin temizleyicisi ve antiseptiğidir.

Safra salgılarını olumlu etkiler.

(Bedende bulunan ürik asidin başlıca nedeni alınan besinlerde fosforun yüksek, buna karşılık kükürdün düşük olmasıdır). - Tüm tahıllarda, cevizde, bademde ve bu türden yağlı bitkilerde.

KÜKÜRT (S)

Vücut sıvılarında asit baz dengesinin sağlanmasına yardımcı olur - Farelerde yapılan deneylerde; damarlarda genişleme, kalpte hızlı artış ve tansiyon düşüklüğü görülmüş

Tez kızan insanlarda bu mineralin noksan olduğu anlaşılmış.

Aşırı rafine yiyenlerin ve yeşil sebze yemiyenlerin bu minerale gereksinimi vardır.

Badem, ceviz, fındık, fıstık, kuru baklagiller, yeşil sebzeler ve tahıllarda.

Domates, soğan, incir, üzüm, hurma, badem, yulaf, çavdar, buğday, kara turp, gravyar peyniri, havuç, kereviz, marul, pırasa.

MAG

Hücrelerin, kasların ve dokuların bu madene şiddetle gereksinimi vardır. Vücut sıvılarında osmotik basıncı oluşturmak ve asit baz dengesi için gereklidir.

Bir araştırmaya göre kanser hastalığının bir nedenide bedenin potsayumdan yoksun kalışıdır.

Kas yorgunluğu, solunum yetersizliği.

Potasyum fazlalığında kalp iletiminde bozukluk olur ve ölüme kadar gidebilir.

Arterit, kabızlık, yüksek kan basıncı, kaslarda kramp ve gerilme, uyuklama, gevşiyememe, iştahsızlık, kolay soğuk algınlığı, ellerde ve ayaklarda üşüme, ussal ve kassal yorgunluk ve kanser.

Muz, kayısı, turunçgiller, patates.

Elma sirkesi , üzüm, üzüm suyu, bal, pekmez, domates, ve özellikle ısırgan otu.

POTASYUM (K)

NEZYUM (Mg)

Midemizin hidroklorik asit yapabilmek için asite gereksinimi vardır. Hidroklorik asit proteinlerin normal sindirimi ve madensel tuzların kana kolayca yerleşmesi için gereklidir.

Sodyum klor ile birlikte sofra tuzu mineralidir

Vücuttan sodyum kaybı aşırı ishal ve terleme yoluyla olur.

Fazla sodyum birikimi ödeme neden olur.

Vücuttan sodyum kaybı aşırı ishal ve terleme yoluyla olur.

Fazla sodyum birikimi ödeme neden olur.

Ekmekteki tuz kesilir sodyum içeren yiyecekler kaldırılır

Sofra tuzlarıda

Fasulye, kestane, tahıl, pancar, kereviz, maydonoz, marul, ıspanak, hurma.

C vitamini ( Askorbik Asit )

C vitamini ( Askorbik Asit )

1742 yılında İngiliz Donanma Doktoru James Lind ; dişetleri şişliği, kanaması , ciltte kanamalar ve yaralar ile seyreden Skorbüt hastalığını limon suyu kullanarak tedavi etmişti. 1928 yılında Albert Szent tarafından sentez edilmiştir. Askorbik Asit, monosakkarit türevidir. C Vitamini'nin asiditesi 3. karbonunda yer alan enol hidrojenine bağlıdır. Oksitlenmesinin ilk ürünü Dehidro L. Askorbik Asit olmaktadır. İnsanlardaki değişimi de bu aşamada kalmaktadır. Canlılarda C vitamini oksitlenmiş ve indirgenmiş olarak iki şekiliyle bulunmaktadır. Bu tepkime iki yönlüdür ve her ikisi de C vitamini aktivitesi gösterir. (Dehidro Askorbik Asit tekrar oksitlendiği zaman vitamin aktivitesini kaybeder. ) Bitki ve hayvanlar C vitamini sentez edebildikleri halde insan L.Gulonoksidaz enzimine sahip olmadığı için C Vitamini sentezi yapılamaz. C Vitamini, suda çözünen bir vitamindir. Bu nedenle vücutta depolanmaz ve her gün vücuda alınması gereken vitaminlerdendir. C Vitamini suda kolay çözülür. C Vitamini beyaz kristal toz halindedir. Besin maddelerinde yer alan Askorbik Asit hava ile teması sonucu okside olur ve vitamin etkisini kaybeder. Çiğ besin maddelerinde Askorbik Asidi okside edecek enzim yer alır ve bu enzim besin maddesi sağlamken aktivite göstermemektedir. Kesme veya soyma gibi durumlarda enzim aktifleşerek Askorbik Asidi okside eder. Bu enzimin aktivitesi bakır iyonu varlığında artmaktadır. C Vitamini ince bağırsaklarda emilmektedir. 100 mg'a kadar dozlarda emilimi % 95 lere dek olabilmekteyken miktar arttıkça emilim de azalmaktadır. ( 1 gram C Vitamini alındığında emilim % 70' lere kadar düşer. ) Bu nedenle besin maddeleri ile alınan C Vitamini , saf alınan C Vitamini'nden daha iyi emilir. Emilimle birlikte kanda hızla gözlenir. Fazla C Vitamini idrar ile oksalat şeklinde atılır. C Vitamini oksidoredüksiyon reaksiyonları ile indirgenmiş formu olan Dehidroaskorbik Asit olarak görev yapar.

C VİTAMİNİ NELERDE BULUNUR ?
C Vitamini ; vücudun savunma sisteminin güçlenmesini , nezle ve gripde oluşan belirtilerin hafiflemesini ve besinlerle vücuda alınan demirin emiliminin artmasını sağlayabilen bir maddedir. C Vitamini , insan vücudunda depolanmamaktadır. ( Karaciğerde minimal depolandığı iddia edilmektedir.) C vitamini en çok taze meyve ve sebzelerde yer alır. Kırmızı Biber, Portakal, Greyfurt, Üzüm, Kavun, Kivi, Mandalina, Mango, Ahududu, Çilek, Armut, Karpuz, Kuşburnu, Maydanoz, Domates bol C vitamini içerir. Yeşil sebzeler, avokado, karnabahar, lahana, patates, bezelyede de C Vitamini vardır. Hayvansal besinlerde C vitamini yer almaz. Miktar olarak ; her 100 gram için > Kırmızı Biberde 190 mg, Karnabaharda 115 mg, Çilekte 60 mg, Portakalda 50 mg ve Greyfurtta 40 mg C Vitamini vardır. Hava ile temasta 3 saat içinde bu değerler % 50 kadar kaybolabilmektedir. Önerilen Tüketim Standardı ; ortalama 60 mg günlük doz önerilir. ( önerilir = eksiklik gelişimini önleyecek günlük asgari doz )

C VİTAMİNİ NE İŞE YARAR ?
C Vitamini bağ dokusunda kollagen yapımı için (hidroksiprolin sentezinde koenzim olarak görev yapar.) ve kemik gelişimi için gereklidir. Dişlerin sağlıklı gelişmesini sağlar. Kollajen , aynı zamanda kalp fonksiyonları için gereklidir. Cilt sağlığını korur. Antioksidan olarak bilinen üç maddeden birisidir. ( E Vitamini, Beta.Karoten ve C Vitamini ) Serbest radikaller olarak bilinen zararlı maddeleri etkisiz hale getirir. Kanser yapıcı maddelerin oluşumunu önler. C Vitamini, kanda kolesterolün normal düzeylerde bulunmasını temin eder. Vücutta yağ asit düzeylerini düşürür. Nezle ve Gripte ortaya çıkan belirtilerin önüne geçer. Enflamasyon hallerinde oluşan hücre savunma mekanizmalarını düzenler. Vücudun savunma sisteminin fonksiyon görmesine yardımcı olur. Savunma sisteminde ; interferon oluşumu, kompleman aktivitesinin sağlanması ve antikor yapımını gerçekleştirir. Kılcaldamarların duvarlarının sağlıklı olması ve kıl köklerinin sağlıklı kalabilmesi için gereklidir. Vücutta steroid sentezinde görevlidir. Diğer bazı vitamin ve minerallerin kullanılabilmelerini ( E vitamini, A vitamini, B2 Vitamini, B5 Vitamini, Folik Asit, Demir, Kalsiyum vb) sağlar. Adrenal bez ve kadınlarda yumurtalıklarda ( overler ) C Vitamini yüksek oranlarda bulunur. C Vitamini ile ilgili gerekli bilgiler hala tam olarak tespit edilmemiştir. C Vitamini ile pek çok çalışma devam etmektedir. Yapılan çalışmalarda Katarakt'ın tekrarlamasını % 76 gibi oranlarda azalttığı gösterilmiştir. Düşük C Vitamini alımının kalp hastalıklarını ve kalp krizlerini 2.5 kat arttırdığı belirlenmiştir. 400 mg C Vitamini alımının tüm ölüm oranlarında % 65 kadar azalmayı sağladığı tespit edilmiştir. Kolesterol ve diyetle alınan yağlar nedeniyle damarların zarar görmesini önlediği belirlenmiştir. Bir hamburgerde yer alan trigliseridlerin vücuda alındığında 4 saat için vücutta % 60 oranda yüksek kaldığı saptanmış ve bunun düşürülmesinin 1000 mg C vitamini ve 800 mg E Vitamini ile mümkün olduğu ileri sürülmüştür. C Vitamininin , Aspirinin mideye yaptığı zararı azaltabildiği, kalp krizi sonrası kalp damarlanmasını kolaylaştırdığı belirlenmiştir. Dokuların radyasyondan gördükleri zararı azalttığı gösterilmiştir. C Vitamininin grip ve nezlede kullanımı için yapılan çalışmaların bir bölümü hiç bir faydası olmadığını göstermekle birlikte bazı çalışmalarda 1000 mg/gün dozda grip ve nezle belirtilerini hafifletebildiği tespit edilmiştir. Bu etkisi hala tartışmalıdır.C Vitamini ile göz hastalıklarının önlenebildiği iddia edilmektedir. Vücutta, C Vitamini seviyeleri ne kadar yüksekse kan basıncının o kadar düşük olduğu belirlenmiştir. Felç veya İnmeyi önleyici etkisi yapılan çalışmalarda anlamlı olarak bulunmamıştır.


C VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNDE NE OLUR ?
C Vitamini , insan vücuduna dört gün boyunca alınmadığı zaman eksiklik belirtileri başlayabilmektedir. Sırası ile ilk önce bacaklarda olarak cilt ve kıl değişiklikleri olur. Aşırı sinirlilik ve iştah kaybı gözlenir. Tedrici olarak eksiklik devam ederse 4 ay gibi bir sürede Skorbüt'ün tüm belirtileri ortaya çıkar. Hızlı kemik büyümesi döneminde C Vitamini eksikliği kemiğin periost ve korteks bölümlerinde ayrılmalara yol açar. Periostaltı kanamaları oluşur. Kemik büyümesinin yavaş olduğu yaşlarda ise ; epifiz ve diyafiz bölümleri arasında kaynama gerçekleşmez ve kemiklerde kırıklar oluşur. Kılcal damarların duvarlarında zayıflama gözlenir. Kıl foliküllerinde kanamalar oluşur. Büyüme duraklar, enfeksiyonlara karşı vücut direnci azalır ve sık mikrobik hastalıklar gelişmeye başlar. Dişetleri şişer ve kanamalar olur. Dişler kaybedilebilir.

C VİTAMİNİ AŞIRI DOZUNDA NELER OLUR ?
C Vitamini güvenle kullanılabilen bir maddedir. Günde 2 gram gibi yüksek dozlarda alınırsa karın ağrısı ve ishale yol açabilmektedir. Uzun süre ile yüksek dozlarda kullanılması böbrek taşlarının oluşumuna neden olabilir. Böbrek Hastalarının, C Vitamini kullanmaması gereklidir. Akyuvarların mikrop öldürücü etkisini azaltabilir ayrıca demir mineralinin vücutta aşırı miktarlarda birikmesine neden olabilir.