12 Temmuz 2009 Pazar

Enfeksiyonlar ve Asalaklar

Enfeksiyonlar ve Asalaklar

Enfeksiyonlar (bakteri, virüs veya mantarlar tarafından da başlatılmış olsalar), ancak bedenin savunma sisteminde aksamalar olduğu sırada ortaya çıkarlar. Sağlıksız beslenme, kimyasal ilaç tedavisi veya var olan bir hastalık gibi fiziksel nedenler, savunma sistemlerini zayıflatabilir. Ayrıca duygusal ve ruhsal nedenler de önemli etkenlerdir. Stres ve gerginlik, beden enerjisinin çok aşağı düzeylere inmesine neden olarak, enfeksiyonlara uygun ortamın oluşmasında ayrı bir rol oynayabilir. Tüm bunlara karşı uyanık olmalı, örneğin hafif bir soğuk algınlığına yakalandığımızda dikkatle düşünmeli ve neler yapabileceğimize karar vermeliyiz.

Bir enfeksiyon hastalığını şifalı bitkilerle tedavi etmek istiyorsak, bu hastalığa durup dururken yakalanmadığımızı, onun bedenimizde yerleşmesi ve gelişmesi için uygun ortamı kendimizin hazırladığını bilmemiz gerekir. Suçu bakterilerin üstüne atmak doğru değildir! Gerçekten etkili olabilecek bir enfeksiyon tedavisinde ulaşılması gereken hedef, bedenin doğal savunma gücünü yeniden kazanabilmesine yardımcı olmaktır. Bu hedefi gerçekleştirebilmek için de tüm bedenin tedavi edilmesi gerekir. Hatta pek çok olayda, söz konusu enfeksiyonla hiç uğraşmadan, yalnızca kendini savunma sürecinde bedenin desteklenmesi yeterlidir. Bu tedavi biçimi belki birkaç gün uzayacak ve sosyal yaşamımızı etkileyecektir. Ama bedenin, ihtiyaçları için bize gönderdiği mesaj çok açıktır: Bedenimize ve yaşam biçimimize özen göstermemizin ve bazı düzenlemeler yapmamızın zamanı gelmiştir artık!

Enfeksiyonlar genellikle salgın biçiminde ortaya çıkarlar. Bir toplumda pek çok kişi aynı zamanda bir hastalığa yakalandığında, o toplumun, bir canlının davranış biçimini sergileyen çok başlı bir canlılar grubu olarak değerlenmesinde yarar vardır. Konuya bu doğrultudan bakıldığında, salgın hastalıkların nedeninin bireysel hastalıkların nedeniyle benzerlik gösterdiği görülecektir. Bu durumdan çıkarılabilecek sonuç ise, grubun savunma sisteminin güçsüz kalmış olmasıdır!

Birinci Dünya Savaşının hemen ardından, savaşta ölenlerden daha çok kişi grip salgını sonucunda ölmüştü. Bu durumun, hijyenik nedenlerden veya beslenme yetersizliğinden kaynaklanmış olduğu sonucuna varılabilir, ama aynı zamanda insanlığın içgüdüsel birlikteliğinin savaş nedeniyle derinden yaralanmış olmasının bir sonucu olarak da kabul edilebilir. Kişinin birey olarak sağlıklı olması her zaman yeterli değildir. Bir parçası olduğumuz toplum da bu kaliteyi yakalayabilmelidir; aksi halde sağlıksız bir sistemin bir parçası olarak, her zaman salgınlarla karşılaşabiliriz! Bu salgınlar, grip veya korku, yabancılaşma ve umursamazlık biçiminde de gelişebilir. Sağlığımızın bu alanlardaki bütünselliğe ve kusursuzluğa bağlı olduğunu unutmamamız gerekir.

Antibiyotikler

Öyle durumlar vardır ki, antibiyotik kullanımını önermekten başka çıkar yol yoktur. Kullanımın kaçınılmaz olduğu zor durumlarda, özenle kullanıldığında hayat kurtaran ve yaşam kalitesini yükselten, insanlık alemi için baha biçilemez bir değerdir antibiyotikler. Menenjit(beyin zarı iltihabı) ve öteki önemli hastalıklarda pek çok hayat kurtarmıştır bu tür ilaçlar. Ama ne yazık ki bazen de yalnızca kullanım kolaylığı ve hızlı etkisi nedeniyle gelişigüzel seçiliveren bir antibiyotik, geniş kapsamlı sonuçları hiç düşünülmeden kullanılabilmektedir.

Bir antibiyotik kullanmak zorunda kalındığında, ilacın beden sistemlerinde yol açabileceği etkileri azaltabilecek bazı önlemlere başvurulması gerekir. Günde en az 2g C Vitamini(kullanım bitiminden bir hafta sonrasına kadar) ve ayrıca bolca B Vitamini kompleksleri alınmalıdır. Enfeksiyon ve antibiyotiğin yol açtığı stresi yenebilmesi ve doğal savunma sistemini yeniden güçlendirebilmesi için bu vitaminler bedenimizi destekleyebilirler. Bazı antibiyotik türleri doğal bağırsak florasına zarar verebildiği için, elden geldiğince bol miktarda yoğurt yemeye çalışılmalıdır; çünkü yoğurt, bünyesindeki bakteriler sayesinde bağırsakların doğal dengesinin yeniden kurulabilmesine önemli katkılar sağlayabilir.

Antibiyotik kullandığın süre boyunca dinlenmeye özen göster, çünkü o sırada bedenin, yanına korkusuzca yaklaşılamayacak olan çok güçlü kimyasalların saldırısı altındadır! Ama tüm bu olumsuzluklara karşın yine de onun varlığı için şükret ve bu gönül borcunu, bedenini koruyarak belirt! Çünkü, bu tür ilaçlar kullandığımız için suçluluk duygusuna kapılacak olursak, daha fazla güç kaybına yol açarız ve derinlemesine gerçekleşmesi gereken bir tedavinin yollarını tıkayabiliriz! Bu ilaçla işbirliği yap, ona karşı çıkma!!

Bir antibiyotik tedavisi şifalı bitkilerle desteklenebilir. Bu bitkiler tedavi sırasında ilacın etkisini arttırmak, bedeni güçlendirmek ve olası zararların önüne geçmek amacıyla kullanılabilir. Hangi durumda hangi bitkinin öncelikle etkili olabileceği, enfeksiyonun hangi organda olduğuna ve hastanın özelliklerine göre değişir; bitki seçiminde bu durumlar göz önünde bulundurulmalıdır. Sistemi acı madde içerikli bitkilerle ve belki de sinir sistemini güçlendirici bitkilerle desteklemek amacıyla şifalı bitkiler, bir antibiyotik tedavisinin ardından da kullanılabilir. Ayrıca, kan temizleyici, idrar arttırıcı ve lenf sistemini temizleyici bitkilerin de sisteme verilmesi gerekir. Özel durumlar için seçilebilecek özel bitkilerin dışında, genel anlamda kullanılabilecek bitkiler: Isırganotu, atkuyruğu, yoğurtotu civanperçemi, eğir kökü, yeşil yulaf, pelinotu, Echinacea kökü veya preparatları.

Enfeksiyonlara ve Asalaklara Karşı Şifalı Bitkiler

Şifalı bitkiler, enfeksiyonlara ve asalaklara karşı iki ayrı biçimde etkili olurlar: Bir yandan mikrop kırıcı etkinlikleri sayesinde doğrudan mikroplara karşı görev yaparken öbür yandan da bedenin savunma gücünü arttırır ve harekete geçmesini sağlarlar. Bitkilerin büyük bir çoğunluğu gerçekten de bu iki görevi aynı anda yapabilirler. Bakterilere karşı doğrudan zehirleyici bir etkiye sahip olmanın yanı sıra, kandaki akyuvarların oluşumunu da hızlandıran bir bitki olarak mirra(Commiphora molmol), örnek bir drogdur: Akyuvarlar, savunma sisteminin işlemesinde çok önemli görevler üstlenirler.

Öteki etki biçimleri de, terletici, dışkılamayı kolaylaştırıcı ve idrar arttırıcı yollarla, zehirli maddelerin dışkılanmasını sağlamaktır. Atıkların ve zehirli maddelerin her birikimi, bakterilerin üreyebileceği en uygun ortamı oluşturur. Şifalı bitkilerin önemli bir bölümü, enfeksiyonlara ve asalaklara karşı başarıyla kullanılabilir, ama biz burada mikrop kırıcı, terletici ve asalakları dışkılayıcı ilaçları ele almak istiyoruz.

Mikrop kırıcı ilaçlar

Pek çok bitki bakteriler üzerinde zehirleyici etki yapabilir. İlk etkili antibiyotik olan penisilin, bir bitkide, bir mantarda keşfedildi. Belki de ilginç bir rastlantı ama, cerahatli yaraların tedavisinde eskiden İsviçre’de küflü ekmek kullanılırmış. Doktorlar bu uygulamaya hep kuşkuyla bakmışlar, ama sonunda bu garip reçetenin çok açık bir temele dayandığı anlaşıldı, çünkü küf mantarlar tarafından oluşturulur!

Şifalı bitkilerin etkileme biçimleri (bu alanda henüz yeterli araştırma yapılmadığı için) bazen tam olarak açıklanamaz ve enfeksiyonları etkileyiş biçimleri de çok çeşitlidir. Enfeksiyonlara karşı gönül rahatlığı ile kullanılabilecek en etkili mikrop kırıcı bitkiler şunlardır: Ökaliptüs yaprağı, sarmısak, mirra, Echinacea kökü veya preparatları, kekik, pelinotu, mayıs papatyası, lavanta, ardıç kozalağı, civanperçemi, ısırganotu, kuşburnu.

Yirminci yüzyılın başlarında bitki yağlarının etkinlikleri, o sırada genellikle kullanılan kimyasal bir antiseptikum olan Phenol’un etkinliği ile karşılaştırılmış. Varılan sonuçta, pek çok bitkisel yağın Phenol’den daha etkili olduğu sonucuna varılmış, ama kekik yağı en etkili bitkisel yağ olarak kabul görmüş. Tam olarak kekik yağı Phenol’den sekiz(8) misli güçlüymüş. Bu araştırmada ele alınan bitki yağları, antiseptik etkinliklerine göre sıralanmışlar. Kekik yağı, portakal yağı, gülyağı, karanfil yağı, ökaliptüs yağı, nane yağı, menekşe kökü yağı, anason yağı, biberiye yağı, lavanta yağı, Phenol!, rezene yağı, limon yağı, melekotu kökü yağı.

Sarmısak da özellikle anılması gereken çok güçlü bir mikrop kırıcıdır. Birinci Dünya Savaşında, başka ilaçlarla karıştırılarak antiseptik olarak kullanılmıştır.

Uyarı: Bitki yağları çok etkilidir, içten kullanımda çok dikkatli olmak gerekir!

Terletici ilaçlar (Diaphoretika)

Bu ilaçlar, terlemeyi arttırması için bedeni uyarırlar. Terlemenin artışı sayesinde de zehirli maddelerin deri üzerinden dışkılanması ve bedenin temizlenmesi sağlanmış olur. Pek çok hastalıkta kullanılan terletici ilaçlar, özellikle tüm beden sistemlerini etkileyen yüksek ateş ve enfeksiyon durumunda kullanılmalıdır. Grip hastalığına karşı kullanımına daha önce değinmiştik(kulak-burun-boğaz bölümünde). Güçlendirici ve iyileştirici özellikleri sayesinde bedeni destekleyebilir, enfeksiyonları ve yüksek ateşi çok kısa sürede yatıştırabilir ve yaşamsal önem taşıyan tedavi aşamasını hızlandırabilirler. Tek başına veya karışım biçiminde, geniş kapsamlı tedavilerde de kullanılabilirler: Melekotu kökü, ıhlamur, mürver çiçeği, nane, zencefil, civanperçemi, kekik, mayıs papatyası, aynısafa, kediotu kökü, çıbanotu, en etkili olanlarıdır.

Bağırsak asalakları (Anthelmintika)

Bağırsak asalaklarını doğrudan öldürebilen etkin maddeler içeren bitkiler vardır, ama sağlık sorunlarına yol açabilecekleri için onları burada tanıtmak istemiyorum. Asalaklara karşı şu bitkiler kullanılabilir: Nar ağacı kabuğu, sarmısak, pelinotu, kabak çekirdeği ve solucanotu(Tanacetum vulgare).

Bu alandaki etkinliği ve kullanım kolaylığı açısından kabak çekirdeğinin öne çıktığını söyleyebiliriz.

-Bağırsak kurtlarına karşı, çocuklarda günde 10-15g, yetişkinlerde 20-30g kabak çekirdeği içi, ince zarı mutlaka üstünde olmak kaydıyla ve çok iyi çiğnenmek üzere, bir kerede kullanılır. Bir saat kadar sonra, çocuklar 1 tatlı kaşığı, yetişkinler ise 1 yemek kaşığı dolusu hintyağı içerler. Kabak çekirdeğinin bayıltıcı etkisi ardından, hintyağının müshil etkisiyle kurtlar toptan dışkılanabilir.

-Bağırsak şeridi küründe de kabak çekirdeği öncelikle önerilir. Aç karnına, çocuklar 30-50 tane, yetişkinler ise 80-100 tane ayıklanmış ve ince zarı üstünde olan kabak çekirdeğini çok iyi çiğnedikten sonra yutarlar. Bir saat kadar sonra yukarıda belirtilen miktarda hintyağı içilir. Hintyağı eczaneden alınmalıdır!

-Bağırsak solucanlarına karşı ise, bol miktarda çiğ havuç, pancar ve lahana özsuyu içilebilir. Ayrıca, bolca yenen kara turp, soğan ve sarmısak da yardımcı olabilir. Veya 4-5 diş sarmısak havanda hafifçe ezilir veya ince kıyılır, bir bardak kaynar sütle haşlanır ve üstü kapalı olarak 10 dakika demlendikten sonra süzülür. Biraz balla da tatlandırılabilen sarmısak sütü aç karnına içilmelidir.

Enfeksiyonların tedavisi

Enfeksiyonlarda en önemli hedef, problemi oluşturan nedenin tedavi edilmesidir; belirtilerin bastırılması değil! Yüksek ateşin ille de bir hastalık belirtisi olarak kabullenilip ne bahasına olursa olsun tedavi edilmesine çalışılmamalıdır! Yüksek ateş, iyileşme sürecinin bir belirtisi olabilir ve bu durumda düşürülmemeli, hatta desteklenmelidir. Yüksek ateşte, bedenin savunma sistemlerini uyaran ve destekleyen bir temel karışım: Civanperçemi 2 ölçü, ıhlamur 2 ölçü, kuşburnu 1 ölçü, boyotu tohumu(çemen) 1 ölçü, çok ince kıyılarak ölçülür ve iyice karıştırılır. Bir tatlı kaşığı bitki, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır, üstü kapalı olarak 10 dakika demlendikten sonra süzülür. Her 2 saatte bir, yarım bardak çok sıcak çay içilmelidir. Ayrıca, bu karışıma Echinacea kökü karıştırılabilir veya bitkinin preparatları kullanılabilir.

Genelde, civanperçemi ve ıhlamur gibi terletici bitkiler yeterlidir, ama Echinacea gibi savunma sistemini güçlendirerek bedeni bakterilere karşı destekleyebilecek bitkilerin önemi de unutulmamalıdır. Terlemenin daha da artması gerektiğinde, karışıma bir tutam da acı kırmızı biber eklenebilir. Eğer lenf bezlerinde sertleşme veya şişkinlik varsa, karışıma aynısafa veya yoğurtotu 2 ölçü olarak eklenmelidir. Ağız boşluğu veya boğaz mukozasında rahatsızlık varsa, andızotu kökü, hatmi kökü, veya ebegümeci gibi bitkilerden 1 ölçü eklenebilir. Hastada huzursuzluk görülürse, mayıs papatyası veya kediotu kökü 1 ölçü kullanılır. Bu çay karışımları yalnızca, nedeni bilinmeyen yüksek ateşe karşı değil, suçiçeği, kızamık, kızıl ve benzeri hastalıklarda da kullanılabilir.

İnatçı virüs enfeksiyonlarında, örneğin lenf ateşlenmesinde (Lenfadenopati), hastalığın sinsice geliştiği ve güçsüzlüklere yol açtığı durumlarda da başka bir bitki karışımı kullanılabilir: Şekerciboyası meyvesi(Phytolacca americana) 2 ölçü, civanperçemi 2 ölçü, pelinotu 1 ölçü, mirra 1 ölçü, meyankökü 1 ölçü, mayıs papatyası 1 ölçü. Bitkiler çok ince kıyılarak ölçülür ve iyice karıştırılır. Yarım veya bir tatlı kaşığı bitki, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır, üstü kapalı olarak 10 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 3 bardak taze demlenmiş çay, aç karnına veya öğün aralarında, soğutulmadan içilir. Tadı pek hoş değildir ve tatlandırılmaya çalışılmamalıdır.

Tüm enfeksiyonlarda, günde en az 2g C Vitamini ve B Vitamini kompleksleri alınmalı, elden geldiğince bol miktarda çiğ sarmısak tüketilmelidir. Beslenmenin temelini meyve ve meyve sularının oluşturduğu, bedeni temizleyici bir diyet uygulanmalıdır. Bazen de enfeksiyon tedavisinde 1-2 gün boyunca hiç katı besin tüketilmemesi denenebilir. Hastalık sona erdikten sonra da, çay tedavisini hemen kesmemek, bir süre (1-2 hafta) sürdürmek doğru olacaktır.

Kanser

Bu hastalık, bedenin bir bütün olarak tedavi edilmesini tüm hastalıklardan daha fazla gerektirmekle kalmayıp, net ve bütünü kapsayan bir bakış açısını da gerektirir. Kanserin bedensel, ruhsal, fizyolojik, sosyolojik, çevresel kaynaklı ve çok yönlü etkilerin bir sonucu olduğu gitgide daha iyi anlaşılıyor. Bazı kanser türlerine karşı özel şifalı bitki reçeteleri oluşturulması ise pek gerekmiyor aslında. Özel durumlara göre belirli uygulamalar önermek yerine, bu hastalığa karşı genel anlamda nasıl davranılması gerektiğine değinmek daha yararlı olacaktır. Her insan yalnızca bir kanser hastası değil, benzeri olmayan, kendine özgü bir varlıktır ve bu yüzden de özel yöntemlerle tedavi edilmelidir. Burada, böyle önemli bir hastalığın mutlaka bir uzman doktorun, bir psikoterapistin veya uzman bir fitoterapistin (belki de hepsinin) yardımını gerektirdiğine değinmek gerekiyor.

Günümüzde kanser, çeşitli araştırmaların ve kuramsal düşüncelerin eşlik ettiği geniş kapsamlı ve çok önemli bir konudur. Hastalığın nedenleri hakkındaki teoriler, çevresel kökenli kanserojen maddelerden (karzinogen) virüslere, psikolojik stresten ruhsal dengesizliklere kadar uzanıyor. Bu faktörlerin çoğu, belki de hepsi kanser türü bir hastalığın oluşmasına yol açabilir. Amacım, nedenler hakkında bir sonuca varmak değil, derinden etkileyen kanser sürecinde kişinin tüm bakış açılarını destekleyebilecek bir davranış biçimi önermektir. Hastalığa yol açabilecek nedenlerin tümü, konuya bütünsellik açısından yaklaşılarak gözlemlenmeli ve kontrol altına alınmalıdır.

Ama biz burada, tıbbi tedaviyi destekleyebilecek bazı ek önlemlere değinmek istiyoruz. Tıbbi tedavinin şifalı bitkilerle ve bitkisel preparatlarla desteklenmesi genelde çok olumlu sonuçlar vermektedir. Ama hastalığın ancak son aşamalarında doğal ilaçları anımsadığımızda gecikmiş olabiliriz. Bu konuda gecikme şansımız olmadığını unutmamalıyız!

Şifalı Bitkiler ve Kanser

Pek çok bitkinin güçlü bir antineoplazma (amaçsız hücre çoğalımını önleyici) etkisine sahip olduğu söylenir. Her toplumun şifalı bitkilerle tedavi geleneğinde, kansere karşı etkili olduğu söylenen bitkiler yer almaktadır. ABD’deki bir araştırma grubu tarafından, dünya üzerindeki tüm çiçekli bitkiler, olası kanser önleyici etkileri bakımından inceleniyor; bazı olumlu sonuçlara ulaşabilmek için tabii ki zamana ihtiyaç vardır. Tıbbi tedavide kullanılan bazı mucize ilaçlar, bitkilerden elde edilen etken maddeler içermektedirler. Bu konuda gösterilebilecek en önemli örnek, kan kanserine(lösemi) karşı kullanılan, vinblastin ve vincristin alkaloitlerini içeren, Madagaskar kökenli Cezayir menekşesi / Vinca rosea adındaki bitkidir.

Şifalı bitkilerin belirli bir amaç doğrultusunda kullanılabilecek spesifik ilaçlar haline dönüştürülebilecekleri konusunda bir fikir verebilir bize bu örnek. Ama değerini küçümsemeden, bu tür örneklerin de bir etkinlik sınırı olduğunun düşünülmesi gerekir; çünkü burada, kanser lokal bir hastalıkmış gibi kabullenilerek, spesifik etki içeren bir ilaçla tedavi edilmek istenmektedir. Halbuki bu hastalığın, bir sistem hastalığının dışavurumu olarak görülmesi ve bedenin kontrolü yeniden ele alabilmesini sağlayabilmek için, beden sistemlerine yönelik tedaviler uygulanması çok daha doğru olabilir. Şifalı bitkiler temizleyici, güçlendirici ve iyileştirici mekanizmaları destekleyici etkileri sayesinde, bu tür değişimlerin gerçekleşebilmesinde çok etkili olabilirler. Bu değişimlerin, bedensel, ruhsal, ve duygusal boyutların tümünü kapsadığını ve kanser hastalıklarının tedavisinde uygulanabilecek en etkili yöntem olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir sanırım.

Tüm beden sistemlerini kapsayan böyle bir tedavide, kan temizleyici ve tümör oluşumunu önleyici bitkiler en önde gelenlerdir.

Kan temizleyici bitkiler

İçerdikleri maddelerin kan temizleyici ve normalleştirici etkileri sayesinde, uygun bitkiler bedeni destekler ve kanser türü hücre çoğalmasının önünü alabilirler. Özellikle, karaciğeri etkileyerek bedenin zehirli maddelerden arındırılmasını sağlayan bitkiler bu konuda çok etkili olabilirler:

-Bilimsel adı Rumex crispus, yöresel adı evelik veya sığırkuyruğu. Azdavay-Kastamonu-Erzurum yörelerinde, yaprakları genellikle dolma sarmakta kullanılan (labada gibi) bir sebzedir. Bitkinin kökü, ağustos-ekim döneminde sökülür ve temizlendikten sonra gölgede kurutulur. Kuruduktan sonra çok ince kıyılarak saklanır.

Kullanım biçimi: Yarım tatlı kaşığı çok ince kıyılmış kök, bir bardak soğuk suya eklenir, üstü kapalı olarak, düşük ısıda 10-15 dakika kaynatıldıktan sonra 10 dakika demlenmeye bırakılır ve süzülür. Günde 3-4 bardak taze demlenmiş çay, aç karnına veya öğün aralarında, soğutulmadan içilir. Yoğurtotu veya hindiba ile karıştırılabilir. Hafif müshil etkisi vardır.

-Bilimsel adı Arctium tomentesum, dulavratotu veya uluavratotu kökü. Kökler eylül-ekim döneminde sökülür, temizlenir ve gölgede kurutulur. Kuruduktan sonra, çok ince kıyılarak saklanır.

Kullanım biçimi: Yukarıdaki gibidir. Bilinen hiçbir yan etkisi yoktur.

Preparatlar: Dystoselect N, Echinacea olipoplex

-Bilimsel adı: İris germanica, süsen kökü. Yöresel adları: mor süsen, iris kökü, menekşe kökü, mezarlık süseni, susam kökü. Kökler eylül-ekim döneminde sökülür, temizlenir ve gölgede kurutulur. Kuruduktan sonra çok ince kıyılarak saklanır.

Kullanım biçimi: Yarım tatlı kaşığı ince kıyılmış kök, bir bardak soğuk suya eklenir, üstü kapalı olarak düşük ısıda 10-15 dakika kaynadıktan sonra 10 dakika demlenmeye bırakılır ve süzülür. Günde 3 bardak taze demlenmiş çay, aç karnına veya öğün aralarında, soğutulmadan içilir. Bilinen bir yan etkisi yoktur.

Preparatlar: Brasso gripp, Cefanalgin, Unotex N.

Not: Yukarıdaki bu üç bitki kökü, eşit oranda karıştırılarak da kullanılabilir.

-Bilimsel adı: Silybum marianum, devedikeni tohumu. Yöresel adları: Akkız, deve kengeri, kengel, kıbbun, meryemana dikeni, sütlü kengel, şevkülmeryem, uslu kenger.

Karaciğeri tüm zehirli ve zararlı maddelerden arındırır, karaciğer hücrelerinin yenilenmesini (regenerasyon) destekler, en ağır karaciğer hastalıklarında bile gönül rahatlığı ile kullanılabilir. Bilinen hiçbir yan etkisi yoktur.

Kullanım biçimi: Havanda hafifçe ezilmiş bir tatlı kaşığı dolusu tohum, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır, üstü kapalı olarak 10-15 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 3 bardak taze demlenmiş çay, sabah aç karnına, öğlen yemeğinden yarım saat önce ve yatmadan yarım saat önce birer bardak olmak üzere, soğutulmadan ve yudumlanarak içilir.

Preparatlar: Bilicura forte, Durasilymarin, Legalon, Marianon, Silibene 140.

Tümör oluşumunu önleyici bitkiler

Hasta dokuları yeniden organize etmek ve kontrol altına alabilmek için, tümör gelişimini önleyici etki içerdiği kabul edilen bazı bitkiler kansere karşı kullanılabilir. Pek çok bitkinin bu tür özelliklere sahip olduğu söylenir; bazıları bu ünü hak etmişlerdir, bazıları hakkındaki söylentiler ise gerçekdışıdır. Uzun bir bitki listesini geleneksel reçetelerden ve eski bitki kitaplarından alarak oluşturabilirdim, ama bu tür konularda gerçekçi olmak gerekir. Ökseotu, kokulu menekşe (kök, yaprak, çiçek), peygamberağacı odunu(Guaiacum officinale), modern tıp tarafından kanser hastalıklarına karşı kullanılıyor. Hastalığı nasıl etkileyebildikleri henüz tam olarak bilinmiyor, ama biz, kansere karşı uygulanan her şifalı bitki tedavisinde bu bitkilerin mutlaka yer alması gerektiğini biliyoruz.

-Bilimsel adı: Viscum album, ökseotu. Yöresel adları: Çekem, burç, gevele, gökçe, gövelek.

Kullanım biçimi: İnce kıyılmış yaprak ve saplardan yarım veya bir tatlı kaşığı, orta boy bir su bardağı soğuk suda 8-10 saat bekletilir, ılıklaştırılır ve süzülür. Günde 1-3 bardak çay, aç karnına veya öğün aralarında içilir. Ayrıca kalp kaslarını güçlendirir, kan basıncını, alçak veya yüksek de olsa, normalleştirir. Bitki meyveleri kullanılmaz!

Preparatlar: Asgoviscum N, Craviscum, Mistel curarina, Viscratyl, Viscysat.

-Bilimsel adı: Viola odorata, kokulu menekşe. Çok ince kıyılmış kök, yaprak ve çiçekten yarım veya bir tatlı kaşığı dolusu, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır, üstü kapalı olarak 10-15 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 3 bardak taze demlenmiş çay, soğutulmadan içilir. Ayrıca, akciğer ve üst solunum yolları hastalıklarında çok olumlu sonuçlar verir. Bilinen bir yan etkisi yoktur.

Preparatlar: Jsephca, Pflügerplex, Phytolacca 3.

-Bilimsel adı: Guaiacum officinale, peygamberağacı odunu.

Kullanım biçimi: Talaş veya yonga biçimindeki odun çok ince kıyılır. Yarım tatlı kaşığı odun, orta boy bir su bardağı dolusu soğuk suya eklenir, üstü kapalı olarak düşük ısıda 15-20 dakika kaynatılır ve süzülür. Günde 3 bardak taze demlenmiş çay, soğutulmadan içilmelidir. Önerilen dozaj dahilinde, bilinen bir yan etkisi yoktur.

Tümör oluşumunu önleyici bitkilerin yanı sıra, organları ve dokuları güçlendirici ve besleyici bitkilerle, hasta organların kendilerini kanser hastalığından kurtarabilecek bir yenilenmeyi sağlayabilecek, yeni bir yaşama gücü geliştirilebilir. Kansere karşı doğrudan etki yapamayan, ama bazı organları güçlendirebilecek güce sahip olan veya bedeni genel anlamda güçlendirebilen bitkilerin kullanılması gerçekten de yararlı olabilir. Kitabın tümünden de anlaşılacağı gibi, iyileşmeyi ancak insanın yaşama gücü sağlayabilir ve şifalı bitkiler bu gücün uyarılmasında önemli görevler üstlenebilirler!

Bu amaçla kullanılabilecek şifalı bitkilerden bazıları: Atkuyruğu, ısırganotu, civanperçemi, eğir kökü, aynısafa, yoğurtotu, karakafesotu, sinirliot, yakıotu, boyotu tohumu(çemen), hindiba, mirra, Echinacea kökü veya preparatları.

Beslenme ve kanser

Bilimsel araştırmalara göre, sağlıklı bir kişinin bedeninde her an binlerce kötü karakterli hücre oluşabilir. Ama bedenin mükemmel savunma sistemi, henüz gelişme aşamasındayken bu hücreleri yakalar ve yok eder. Kanser hücrelerinin gelişebilmesi ise, ancak, bu

fevkalade bedensel mekanizmanın işleyememesi sonucunda gerçekleşebilir. Sağlığımızı koruyan bedensel uyumun çöküşüne ise pek çok faktör yol açabilir. Olumsuz duyguların, ruhsal problemlerin, toplumsal ve kişisel sıkıntıların etkilerini sırası geldiğinde ele alacağız, ama öncelikle beslenme yoluyla içimize işleyen zararlı çevresel faktörlere değinmemiz gerekiyor.

Çağımızın en büyük problemi, gündelik yaşamımızda sürekli olarak etkisi altında olduğumuz çevresel kökenli kanserojen maddelerdir. Bunlar genellikle uygar teknolojinin ürettiği ürünlerdir ve biyolojik işlevlere olan yıkıcı etkileri her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Bu önemli sorun güncelliğini korurken bizler de, bu ürünlerin her zaman doğrudan kansere yol açmadığını, ama bedenin savunma sistemlerini zayıflatarak hastalık olasılığını arttırdığını düşünmeliyiz. Saptanmış olan kanserojen maddelerin bir listesi herhalde çok geniş kapsamlı olurdu, ama biz burada ancak genel açıklamalara yer verebileceğiz. Yapay besin maddelerinden veya besin ürünlerine katılan yapay maddelerden kaçınılması tavsiyesine genellikle uymaya çalışılmalıdır: Çünkü insan metabolizması, bu tür maddelerle başa çıkabilecek özelliklerle donatılmamıştır. Çevreyi zehirleyen maddelerin tümünden kaçınılmalıdır. Araçların egzoz dumanları, bacalardan çıkan dumanlar, endüstri atıkları ve özellikle sigara dumanı, zararlılıkları saptanmış başlıca çevresel zehirlerdir. Katran ürünleri doğrudan kanserojen etki yaparlar. İşte bu yüzden, katrandan üretilen kimyasal ilaçlar ve besin ürünlerinde katkı olarak kullanılan maddelerden de kaçınmak gerekir. Endişe verici bir başka tehlike kaynağı da, plutonyum gibi radyoaktif etkinliği olan elementlerdir. Atom enerji santrallerini isteyip istemediğimize karar vermeden önce, olası sonuçların sağlık ve çevre bakımından hepimizi yakından ilgilendirdiğini düşünmek gerekir. Hastalık belirtilerinin bastırılması amacıyla, sıkça ve ölçüsüzce kimyasal ilaç kullanımı da kanserin önemli bir örnek oluşturduğu, dejeneratif hastalıkların oluşumunda rol oynayan faktörlerden biri olabilir.

Kanser hastalıkları, beslenme diyetleri yoluyla da tedavi edilebilir, ama bu yöntemlerin(bedensel komplikasyonlar oluşabileceği düşüncesiyle), konu uzmanlarının kontrolü altında uygulanması doğru olur. Hastalığın başlangıcında veya tümör henüz küçükken veya dar bir alanda bulunuyorsa, 3-5 günlük bir perhiz uygulanması yararlı olabilir. Hastalığın ilerlemiş olduğu aşamalarda, bedenin fazlasıyla güçsüz kalabileceği göz önünde bulundurularak, 1 günlük perhizlerle yetinilebilir. Bu perhiz sürecinde bolca su içilmeli ve kitabın kabızlık bölümünde tanıtılan etkili bir müshil ilacı kullanılmalıdır. Böylece bağırsaklar temizlenir ve böbrekler yıkanmış olur; ter bezleri de bir sauna ziyareti ile desteklenebilir. Perhiz süresinin sonunda temeli meyve ve meyve sularına dayalı bir diyet kürüne başlanır. Bir hafta kadar sürdürülmesi gereken bu diyet, bedensel problemler oluşması durumunda sona erdirilir. Bu diyetlerde öncelikle kullanılabilecek meyve taze üzüm ve elma olabilir. Diyet sonrasındaki beslenme programı da yarı yarıya meyve içerikli olmalı, öteki yarı ise çiğ sebzelerden oluşturulmalıdır. Başlıca besin maddeleri, patates ve organik tam pirinç olmalı, ayrıca kullanılan bitkisel yağların, örneğin ayçiçeği yağı gibi doymamış yağ asidi içeren yağlar olmasına özen gösterilmelidir. Bedenin yeniden güçlenebilmesi için, albümin çok önemlidir; fasulye çimi(kuru fasulyenin çimlendirilmesi), balık, keçi sütü ve arada bir yumurta gibi albümin içerikli besinler öncelikle tüketilebilir. Et tavsiye edilmez!

Psikolojik etkenler ve kanser

Çevresel ve beslenmeyle ilgili etkenlerin kanser hastalıklarının oluşumunda önemli payları olduğu kuşku götürmez bir gerçektir; ama duygusal yaşamın da bu oluşumdaki rolü kesinlikle göz ardı edilmemelidir. İnsanın bütünselliği açısından bakıldığında, hastalığın oluşumunda, psikolojik ve fiziksel boyutların dengesinde oluşan uyumsuzlukların önemli katkıları olduğu görülebilir. Duygusal stresin hastalıkların oluşmasına iki şekilde katkı sağladığı, gitgide daha da açıklıkla görülebilmektedir: Birincisi, bağışıklık sisteminin baskı altına alınması, ikincisi ise hormon dengesinde olagelen bozukluklardır ve bedende gelişen bu olağandışı durum, zararlı hücrelerin çoğalabilmesi için gereken başlıca şartları içermektedir. Daha önce de değinmiş olduğumuz gibi, bedenimizde sürekli olarak kötü karakterli hücreler üretilir ve normal şartlarda bunlar, bedenin savunma güçlerini içeren bağışıklık sistemi tarafından yakalanarak yok edilirler. Yani, bağışıklık sistemi doğru işlemediğinde kötü karakterli hücrelerin gelişimi de hızlanır ve bu olay ancak bedenin bu hücreleri yok edecek güce sahip olmadığı zaman gerçekleşebilir!

Kanser hastaları üzerinde önemli etkisi olan duygusal ve ruhsal faktörler hakkında yapılan bilimsel araştırmalarda ulaşılan bulgular hep aynı sonuca varmaktadır. Genelde hep, kişiliklerle veya sosyal yaşamdaki rollerle ilgili, içinden çıkılamaz problemlerin yol açtığı duygusal stresler yaşanmıştır. Bu tür durumlar genelde çaresizlik, karamsarlık ve umutsuzluk gibi duyguların oluşumuna yol açar. Bu çaresizlik bazen öylesine derinleşebilir ki, kişi çaresizliğini ve kızgınlığını herhangi bir kişiye açıklayamaz hale gelir. İşte böyle bir durumda, ağır bir hastalık ve hatta ölüm bile olası bir çözüm olarak kabul edilebilir veya özlenebilir. Tabii ki bilinçli değildir bu tür duygular, ama yine de güçlü bir düşünce örneği olarak bilinçaltında gelişebilir.

Psikolojik ve fiziksel durumların göz önüne alındığı, yardımcı bir kanser tedavisinin belki de en etkili örneği aşağıda açıklandığı gibi olabilir. Tedavinin ilk ve yönlendirici adımı, hastalığın gelişiminde etken olmuş olabilecek ruhsal ve sosyal faktörlerin araştırılarak, hastalığı ile olan önemli ilişkisi hakkında hastanın aydınlanmasına yardımcı olunmasıdır. Bu süreçte, hastada suçluluk duygularının oluşmamasına özen gösterilmeli, bu tür ruhsal etkilerin bedene yansımasının önüne geçilmelidir. Bu hedefe ulaşabilmenin ve olumlu bir değişimi başlatabilmenin en önemli unsuru ise, hastayla konuşmak ve psikolojik tedaviyi sürdürmektir.

Yaşanmış olan yoğun duygusal stresler nedeniyle oluşmuş durağanlık ve çekimserlik hallerinin sona erdirilebilmesi, ancak, yaşama bakış açısının temelden değiştirilebilmesiyle mümkün olabilir. Uygulanan bu tür bir psikoterapide, yaşama bakış açısı ve dünya görüşü sürekli olarak denetlenmelidir. Psikolojik yardım sürecinde oluşan olumlu yaklaşımlar, hastalığın tedavisine önemli katkılar sağlayabiliyor. Hastanın hastalığını algılayış biçimindeki bu yapıcı değişim, stres etkisini andıran fiziksel bir tepki oluşturuyor; ama bu tepkinin etkisi ters yönlüdür. Başka bir deyimle, bu durumda bağışıklık sistemi güçleniyor!

İsveç Şurubu

Acı madde içerikli bitkilerin alkol-su karışımında açığa çıkmasıyla elde edilen bu acı şurubun reçetesi, İsveçli Dr. Samst’ın ölümünden sonra, geride bıraktığı notların arasında bulunmuştur. Dr. Samst, 104 yaşında sağlıklı bir kişiyken, attan düşerek ölmüş. Bilindiği kadarı ile Samst ailesinin fertleri, kuşaklar boyunca hep sağlıklı ve uzun ömürlü olmuşlar. Bu sağlık iksirini, Avusturyalı Bayan Mari Treben, Tanrı’nın Eczanesinden Sağlık adlı kitabıyla 1980’li yıllarda topluma tanıtmıştı. Türkçeye çevrilen kitap 1984’te yayımlandıktan kısa bir süre sonra İsveç Şurubu (Schweden Bitter) ülkemizde de tanınmaya başladı. Onun inanılması zor başarılarına sürekli olarak tanık olmuş olan binlerce aile, onsuz bir yaşamı düşünemiyorlar artık. Şimdi belki de, Niyazi Eröztürk amma da atıyor! diye düşünüyor olabilirsiniz, ama varsın olsun. Nasıl olsa, onu günün birinde deneyeceğinizi ve bana hak vereceğinizi çok iyi biliyorum!

Alman Dr.Ecz.Theiss, drog katkılarının bazılarını değiştirip, drog çeşidini de zenginleştirerek, şurubu daha da etkili kılabilmeyi başarmıştır.

Reçetedeki droglar, 2-3 litrelik geniş ağızlı bir şişeye koyulur, üstüne 1,5 litre, 30-40 derecelik kanyak veya votka veya rum veya etil alkol-su karışımı eklenir. Şişe 2 hafta boyunca, günde 2-3 kere çalkalanarak, güneşte veya sıcak bir ortamda ağzı kapalı olarak bekletilir. Süre sonunda, kullanılacak kadarı dört kat tülbentten birkaç kere geçirilerek tortularından iyice arındırılır ve koyu renkli şişelere aktarılır. Büyük şişedeki posalı şurup ise serin ve loş bir ortamda bekletilir. Bekleme süresi arttıkça etkinliği de artar. Böylece, bu eşsiz iksire yıllar boyunca sahip olunabilir. Dikkat edin! Şurup kumaşta leke yapıcıdır!

Reçete

Türkçe
Almanca
Latince

Besbase 1g
Muskatblüte
Myrıstıcae arıllus

Cedvar 5,5g
Zitwerwurzel
Curcuma zedoria

Centiyane 3,5g
Enzianwurzel
Gentiana lutea

Domuzdikeni 2g
Eberwurzel
Carlina acaulis

Eğir kökü 9g
Kalmuswurzel
Acorus calamus

Kafur 1g
Campher
Cinnamomum camphera

Kakule 0,5g
Kardamomen
Elettaria cardamomum

Melekotu kökü 6,5g
Angelikawurzel
Angelica archangelica

Mirra 7g
Myrrhe
Commiphore molmol

Ravent kökü 9g
Rhabarberwurzel
Rheum palmatum

Safran 0,1g
Safran
Crocus sativus

Sarısabır 10g
Aloe
Aloe ferox miller

Sinameki 1g
Sennesblaetter
Cassia angustifolia

Tarçın 1g
Zimt
Cinamomum Zeylanicum


Kullanım Alanları ve Biçimleri

*İçten kullanımda, günde 1-4 kere, 1-2 çay kaşığı dolusu, bitki çaylarına veya ılık suya karıştırılarak alınabilir. Çocuklarda dozaj yarıya indirilir. Akut durumlarda, 1-2 yemek kaşığı dolusu şurup, sek olarak veya bir misli suyla inceltilerek bir kerede içilir. Gebelik sürecinde ve 10 yaşın altındaki çocuklarda içten kullanılması doğru olmayabilir, çünkü bu konularda bilimsel araştırma eksikliği söz konusudur. Şurupla birlikte içilen inek sütü nedeniyle bazı duyarlı kişilerde alerjik tepkiler oluşabilir. Şurup kullanımına son verildiğinde ise bu tepkiler sona erer.

*Dıştan kullanımda, hasta veya ağrılı bölgeye sürülür veya kompres yapılır. Şurubun bazı duyarlı derileri tahriş edebileceği veya kurutabileceği göz önüne alınarak, o bölge önceden yağlı bir kremle veya zeytinyağı ile nemlendirilir. Şurupla ıslatıldıktan sonra hafifçe sıkılmış bir pamuk parçası bölgeye uygulanır. Giysilere leke yapmaması ve soğumaması için bir plastik parçasıyla örtülür ve sargı beziyle tespit edilir. Kompresin belirli bir süresi yoktur, kurudukça tazelenebilir. Sürekli uygulanan kompreslerde hep aynı pamuğu kullanmakla, hem kompresin gücü arttırılmış, hem de şurup tüketimi azaltılmış olur.

İçten kullanım

-Mide krampları ve kolit ağrılarında, 1-2 yemek kaşığı dolusu, sek olarak veya aynı miktarda suyla inceltilerek, bir kerede içilir.

-Fazla alkol kullanıp, ağır yemeklerle midenin zorlanmış olduğu bir gecenin sonunda veya sabahında, 1-3 yemek kaşığı şurup, sek olarak veya aynı miktar suyla inceltilerek bir kerede içilir. En geç 1-2 dakika içinde rahatlama başlayacaktır.

-Mide ve bağırsaklarda biriken gazların dışlanmasını sağlar. Papatya, rezene veya nane çaylarına 2-3 tatlı kaşığı eklenerek içilir.

-Safrakesesi ağrılarını dindirir. Safrakesesi bölgesine ayrıca kompres uygulanmalıdır.

-Romatizma ağrılarına karşı, günde 3-4 kere, 1 tatlı kaşığı dolusu şurup, bitki çaylarına eklenerek alınır ve ağrılı bölgelere ayrıca friksiyonlar veya kompresler uygulanır.

-Kan temizliği için, 2-3 haftalık kürler uygulanır. Günde 3-4 kere, yarım veya bir tatlı kaşığı şurup, ısırganotu-civanperçemi eşit karışımının çayına eklenir.

-Uykusuz kişiler, yatmadan yarım saat önce, örneğin mayıs papatyası veya kediotu kökü çayına 1 tatlı kaşığı ekleyerek almalıdırlar. Sinirsel kökenli uykusuzluklarda kalp bölgesine friksiyonlar yapılabilir.

-Sarhoş kişi, 2-3 yemek kaşığı dolusu şurubu sek olarak bir kerede içtikten kısa süre sonra kendine gelebilir.

-Şurubu sabah akşam kullananlar başkaca ilaca gerek duymayabilirler. Çünkü o bedeni güçlendirir. Kısacası, bedeni hastalıklara karşı güçlü kılar(bağışıklık sistemini güçlendirir), yüzü gençleştirir ve güzelleştirir.

-Gırtlak, yutak ve dişeti iltihaplarında, dişeti çekilmesi ve kanamasında, gerçekten de çok başarılıdır. Sek olarak veya aynı miktarda suyla inceltilerek bir yudum alınır ve ağzın içinde elden geldiğince uzun süre dolaştırılır. Sonra üstüne bir yudum su daha alınarak gargaralar yapılır ve yutulur. Bu tedavi, dişetini sağlıklı tutmak için bir önlem olarak, örneğin haftada bir kere uygulanabilir. Dişeti rahatsızlıkları fark edildiğinde, bazen çok geç kalınmış olabiliyor! Şurup dişleri sarartabileceği için, kullanımdan kısa bir süre sonra dişler fırçalanmalıdır.

-Diş ağrılarında da aynı tedavi uygulanır. Ama dişetine şurup kompresi yapılmamalıdır, çünkü uzun süreli bir kompres dişetini tahriş edebilir ve hatta yakabilir! Çalkalamalar yeterlidir.

Dıştan kullanım

-Kulak ağrısı, dışkulak yolunda sivilcelenme veya kabuklanma ve kulak uğultusuna karşı, şurupla nemlendirilmiş küçük bir pamuk parçası kulak yoluna sokulur ve uzunca bir süre(gece boyunca) etkilemeye bırakılır. Ama alkolün kulak yolunu kurutmaması için, önceden, zeytinyağına batırılan küçük parmağı kulak yoluna sokmak doğru olur.

-Burun içindeki kabuklanmalar, şurupla ıslatılan bir pamukla sık sık nemlendirilir. Kabuk kısa sürede düşer ve yara iyileşir.

-Arı, böcek ve sivrisinek ısırıklarına karşı, o bölgeye hemen kompres yapılacak olursa, şişmez, kızarmaz, kaşınma olmaz ve acı hemen diner. Bu tür ısırıklara karşı önlem olarak, ısırılabilecek bölgelere önceden şurup sürülürse, sinekler ve arılar sizi ısırmayacaklardır!

-Kazalar sonunda oluşan kanamalara ilk yardım olarak, hemen bol şuruplu bir kompres yapılacak olursa, hastaneye ulaşana kadar kanama durmuş olabilir.

-Eziklerde, örneğin otomobil kapısına sıkışan parmağa hemen bir kompres yapılacak olursa, ağrı diner, parmak morarmaz, şişmez ve tırnak düşmez.

-El ve ayak bileklerinin burkulmasında veya çarpmalarda oluşan şişlikler, yapılan kompresler sayesinde birkaç saat içinde veya bir gecede iner, ağrılar ise çok kısa sürede diner.

-Basit yanık ve haşlanmalarda veya güneş yanıklarında ilkyardım olarak şurup sürülür veya kompresler yapılırsa, acı diner, deri altında su toplanmaz, yani deri ölmez. Ama bunun için, deri yatışana kadar sık sık şurupla nemlendirilmeli ve ayrıca aynısafa merhemi kullanılmalıdır.

-Dudak uçukları, çatlaklar, iltihaplı sivilceler ve gelişme aşamasındaki çıbanlar sık sık şurupla nemlendirilir veya kompres uygulanırsa, gelişmelerini tamamlayamadan yok olurlar. Ama eğer bir çıban oluşma aşamasını tamamlamışsa, iltihabı dışa akıtmak için, örneğin kara merhemle(ihtiyol merhemi) ve sıcak kompreslerle olgunlaştırılmalıdır. İltihap dışarı aktıktan sonra uygulanan şurupla çıban kısa sürede kuruyacaktır.

-Akıntılı nezlelerde, 1/5 oranında suyla inceltilen şurup buruna iyice çekildiğinde, akıntı hemen durur ve tıkalı burun açılır. Şurubun kokusunun buruna çekilmesi de rahatlatıcıdır.

-Her tür eski ve yeni yara, beyaz şarapla temizlenip, şurupla kompres uygulandığında, iltihaplanma sona erer ve yara kısa sürede kapanır.

-Nasırların üstüne, 3-4 gün boyunca canlı tutulan kompresler uygulanır. Sonunda nasır kendiliğinden düşer veya köküyle birlikte çekip çıkarılabilir.

-Tüm spor sakatlanmalarında, iç kanamayı ve şişmeyi önlemek için, ıslak kompresler biçiminde kullanılmalıdır.

Bu bitkisel iksir için daha pek çok şey yazılabilir. Ama en doğrusu, kişinin onu birebir ilişkiyle tanımasıdır. Her evin ecza dolabında (ve hatta kişilerin el çantasında) bulunması gereken başlıca ve belki de en etkili ilkyardım ilacıdır o!

Tanrı’nın Eczanesinden Sağlık adlı kitabın 1994’te yayımlanmasının ardından geçen zaman içinde, İsveç Şurubunun ünü gitgide artan bir hızla yaygınlaşıyor. Genelde yıllardır bana yöneltilen, İsveç şurubuna nasıl sahip olabilirim? sorusuna olumlu bir yanıt verebilmek için çalışmalar yaptım. Bu çalışmaların bir sonucu olarak, içinde bulunduğumuz 2000 Yılının başından itibaren, İsveç Şurubu Bitki Paketleri, yurt çapında MMM Migros şubelerinde satılmaya başlandı. Artık onu herkes evinde hazırlayabiliyor ve üstün niteliklerinden yararlanabiliyor. Siz de bu mutluluk kervanına katılabilir, kendiniz, aileniz ve yakınlarınız için yararlı olabilmenin sevincini yaşayabilirsiniz.

Bu bölümde, kitapta önerilen bitkiler hakkında bilinmesi gereken ayrıntıları bulabileceksiniz. Gerekli bilgiler aşağıdaki düzene göre verilecektir:

Tepeye Don