23 Ağustos 2011 Salı

Tüp Bebek(Microenjeksiyon)

Geçmişte spermin yada embriyonun laparoskopi eşliğinde tüplerin içine verilmesi (GIFT/ZIFT) gibi teknikler uygulanırdı. Artık modern tıp, yardımcı üreme teknikleri, tüp bebek (IVF) ve mikroenjeksiyonu (ICSI) tercih ediyor.

TEDAVİNİN AŞAMALARI:


GÖRÜŞME

İlk görüşmede IVF doktorunuz sizfen detaylı bir sağlık öyküsü alır, daha önce yapılmış tüm tetkik ve tedavilerinizi inceler. Gerekli gördüğü taktirde ek tetkikler isteyebilir, genetik ya da başka bölümlerden konsültasyon isteyebilir. Daha sonra bazal bir ultrason incelemesiyle rahim ve yumurtalıkların durumu hakkında bilgi sahibi olur. Bu inceleme sonunda herhangi bir patoloji saptanırsa buna yönelik tedaviye öncelik verilir. Problemin nedeni anlaşıldıktan sonra doktorunuz tedavinizin planını çizer ve YÜT programına alınıp alınmayacağınıza karar verir.

HORMONLARIN BASKILANMASI

IVF programında ilk hedef yeterli sayıda döllenme yeteneğine sahip yumurta hücresi elde edebilmek. Bu hedefe ulaşmak ve kontrolü ele alabilmak için vücudun kendi ürettiği hormonların zamansız ve düzensiz etkilerinin ortadan kaldırılması gerekir. Bu amaçla hormonları baskılayıcı ilaçlar kullanılır. GnRH analogları adı verilen ve enjeksiyon ya da burun spreyi olarak kullanılan bu ilaçlar değişik protokollere göre uygulanabilir.

KISA PROTOKOL

GnRHa uygulamasına adet kanamasının ilk günü başlanıp tedavi sonuna kadar (çatlatma iğnesinin yapıldığı gün) devam edilir.

ULTRA KISA PROTOKOL

Adet kanamasının ilk günü GnRHa başlanır ve üç gün verildikten sonra kesilir. Tedaviye hMG ya da FSH ile devam edilir.

UZUN PROTOKOL

GnRHa uygulamasına bir önceki döneminin yirmibirinci günü başlanır. Takip eden adet kanamasının üçüncü gününde baskılanmanın olup olmadığı yapılacak olan kan testi ile anlaşılır. Kan östrojen düzeyi azalmış ise baskılanma sağlanmış demektir. Bu durumda uyarı tedavisine başlanır ancak GnRHa uygulaması sona erdirilmez. Çatlatma iğnesinin yapılacağı güne kadar devam edilir. Hangi protokolün size uygun olacağına karar verilir. Planlanan protokol, hangi ilacı ne zaman ve nasıl alacağınız size anlatılır ve yazılı yazılı belge olarak size verilir.

YUMURTALIKLARIN UYARILMASI

Tüm protokollerde adet kanamasının ikinci ya da üçüncü gününde temel ultrason incelemesi ve kanda östrojen tayini yapılır ve kullanılacak ilaç dozuna karar verilir. Uyarı tedavisi başladıktan sonra hasta belirli aralıklarla kontrole çağrılır. Bu kontrollerde vajinal ultrasonografi yapılarak gelerek gelişen folliküllerin sayısı ve büyüklüğü kontrol edilir. Zaman zaman yumurtalıkların durumuna göre kanda östrojen incelemesine gerek duyulabilir.

Tedavide amaç mümkün olduğunca fazla sayıda 16-20 mm çaplı follikül elde etmektir. Takipler esnasında kan östrojen düzeyleri kontrol edilerek ilaç dozu ayarlaması yapılabilir. Hedef 14 mm’den büyük follikül başına 200 pg/ml östrojen düzeyine ulaşmaktır. Folliküller yeterli büyüklüğe ulaştığında son olgunlaşnayı sağlamak için 5.000 -10.000 ünite human chorionic gonadotropin (hCG) enjeksiyonu yapılır. Tedavinin süresi değişken olmakla birlikte ortalama 10.4 # 1.7 gündür. Çatlatma iğnesinden 32-36 saat sonra yumurta toplama işlemi yapılır.

Ultrason takipleri sırasında değerlendirilen bir diğer faktör de rahimin içini döşeyen ve endometrium adı verilen tabakanın yapısı ve kalınlığıdır. Gebelik oluştuğunda endometriuma yerleşeceğinden bunun yapısı son derece önemlidir. hCG gününde endometrium 6 mm veya daha ince olduğunda gebelik şansı azalmaktadır. Kendi uygulamalarımızda bu tür hastalardaki klinik gebelik oranı %11.8’dir. Endometrial kalınlığın 14 mm’den fazla olması da olumsuz etki yaratmakta ve gebelik elde edilse bile düşük olma olasılığı artmaktadır.

YUMURTA TOPLAMA

OPU vajinal ultraonografi ile oldukça kolay ve konforlu bir şekilde gerçekleşmektedir. Hasta jinekolojik muayene pozisyonunda yatar ve üzeri steril örtüler ile örtüldükten ve vajina temizliği yapıldıktan sonra lokal anestezi vajinaya uygulanır ve ardından vajinal ultrosonsgrafiye başlanır. Vajinal uktrosonografi probu üzerinde bulunan, kılavuz içinde geçirilen bir iğne ile overlere ulaşılır. Her bir follikül çine girilerek içeriği özel bir aspiratör yardımı ile boşaltılır. Alınan sıvı hemen labarotuara yollanarak yumurta içirip içermediği mikroskop altında incelenir, eğer yumurta hücresi varsa ayrılır. Eğer follikülden yumurta elde edilemez ise aynı iğne içinden özel sıvı verilerek follikül boşluğu yıkanır ve içinde kalmış olabilecek yumurta alınmaya çalışılır. Bu şekilde tüm folliküller aspire edilinceye kadar işleme devam edilir. Her iki yumurtanın aspire edilmesi yaklaşık 15-30 dakika sürer. Işlem sonrası hasta dinlenme odasına alınarak bir süre istirahat etmesi sağlanır.

Lokal anesteziyi tolere edemeyen, ya da yumurtalıkların ve/veya folliküllerin özel durumu nedeni ile işlemin teknik olarak zor geçeceği düşünülen vakalarda genel anestezi tercih edilebilir. Bazen follikül sayısı fazla olmasına karşın içlerinde yumurta hücresi çıkmaz. Boş follikül sendromu adı verilen bu durumun en önemli nedenlerinde biri hatanın hCG yaptırmak ve 24 saat sonra OPU işlemini diğer yumurtalıkta tekrarlamaktır.

OPU işlemi sırasında aspire edilen follikül içeriği hemen labaratuara gönderilir. Özel bir mikroskop ile incelenen bu sıvının içinde bulunan yumurta kültür sıvısının içine konarak inkübatöre kaldırılır. İnkübatör, sıcaklığı 37 C, karbondioksit oranını da %5-6 düzeyinde sabit tutar. Olgun yumurta hücreleri 4-6 saat sonra döllenme için hazır hale gelmektedir. KOH sonrası çapı 18-22 mm arasında olan folliküllerin yaklaşık %80’inden döllenmeye uygun yumurta elde edilebilmektedir.

FERTİLİZASYON (Döllenme)

Kadından oositlerin (yumurta) toplandığı esnada erkek de sperm verir. Sperm alınması için en ideal yöntem mastürbasyondur. Menisinde canlı sperm bulunmayan kişilerde ise cerrahi olarak sperm alınır. Elde edilen meni özel bir kap içersine alınır ve likefiye olması(sıvılaşması) belklenir. Likefiye olan meni , sperm sayısı, hareketliliği ve şekli yönünden incelenir.

Tüp bebek planlanan hastalarda en önemli kriter hareketli sperm sayısıdır. Incelenen sperm döllenme için hazırlanır. Sperm hazırlanmaı iki nedenden dolayı önemlidir. Bunkardan birincisi menide bulunan yabancı proteinleri, temizlemek, ilncisi ise bazı reaksiyonları tetikleyerek spermin hiperakif olmasını sağlamaktır.

Yumurta kültürü ve sperm hazırlanması tamamlandıktan sonra fertilizasyon işlemine geçilir. Spermler ile yumurtalar bir arada bırakılırlar. Her bir yumurta hücresi için 20.000 sperm kullanılır. Sperm parametrelerinin bozuk olduğu durumlarda bu sayı arttırılabilir. Erkek faktörü varlığında veya nedeni açıklanamamış infertilite olgularında mikroenjeksiyon (ICSI) tercih edilmelidir. Işlemden 16-18 saat sonra döllenme olup olmadığı kontrol edilir. Döllenmiş yumurtada tek olan hücre sayısı ikiye çıkmıştır Döllenmiş yumurtalar tekrar kültür ortamına konur ve ileri aşamalara ulaşmalaları beklenir. Uygun aşamaya gelindiğinde embriyolardan kaliteli olanlarından belirli sayıda alınarak kadının rahmi içine transfer edilir.

EMBRİYO TRANSFERİ

Embriyolar iki hücreli aşamadan blastokist aşamasına kadar herhangi bir dönemde transfer edilebilmekle beraber, en sık tercih edilen transfer zamanı 4-8 hücreli aşamadır. Embriyolar bu aşamaya genellikle iki yada üçüncü günde ulaşmaktadırlar. Embriyo transferi iki-altıncı günler arasında yapılabilir.

Yardımcı üreme tekniklerinde transfer edilen embriyo sayısı ile klinik gebelik oranları arasında direkt bir ilişki mevcuttur. En iyi klinik sonuçlar 2-4 embriyonun transfer edilmesiyle alınmaktadır. İkiden fazla sayıda embriyo transfer edildiğinde çoğul gebelik oranları oldukça yükselmektedir; ancak bu risk artan kadın yaşı ile birlikte azalmaktadır. Çoğu gebeliklerin koplikasyon oranlarının yüksek olması ve erken doğum gibi nedenler ile maliyetin artması nedeniyle pekçok ülkede transfer edilen embriyo sayısının kısıtlanması yoluna gidilmektedir. İkiden fazla sayıda embriyo ancak 37 yaşından büyük ve daha önceki IVF/ICSI denemelerinin başarısız olduğu hastalarda yapılmaktadır. Günümüzde 35 yaşından genç her hasta sadece bir tane blastokist transfer edilmesi önerilmektedir.embriyo transferi yapılırken hasta jinekolojik muayene pozisyonunda yatırılır. Vajinaya spekulum takıldıktan sonra steril serum fizyolojik ile temizlik yapılır. Ardından özel kültür sıvıları ile rahim ağzı temizlenir. Embriyolog transfer edilecek embryoları katater içinde labaratuvardan getirir. İşlemi yapacak olan hekim karından yapılan ultrason eşliğinde embriyoları rahim içine bırakır.

Embriyo transferi işlemi ağırlıklı bir işlem değildir ve anastezi gerektirmez. İşlem sonrası endometriumu desteklemek için hastaya enjeksiyon, fitil ya da krem şeklinde hormon ilaçları verilir. Luteal faz desteği adı verilen bu tedavi eğer gebelik oluşursa 10. Haftaya kadar devem eder. Gebelik oluşmayıp adet kanamasının olduğu durumlarda ise kanamanın başlamasıyla birlikte tedavi kesilir. Embriyo transferi sonrası 12. günde gebelik testi için çağrılır.

GEBELİK TESTİ


İlk önce idrarda daha sonra ise kanda gebelik testi (beta-hCG) yapılır. Kanda yapılan testin sonucuna göre gebelik olup olmadığına karar verilir. Testi pozitif olanlar iki gün sonra yeniden kanda gebelik teti için çağrılır. İki testin sonuçları arasında ilişki değerlendirilerek gebeliğin sağlıklı olup olmadığına karar verilir. Sağlıklı bir gebelikte iki gün sonra kan beta-hCG değeri yaklaşık iki kat artmalıdır. Bazı durumlarda bir süre sonra kan beta-hCG değeri sıfıra iner. Bu durum biyokimyasal gebelik olarak adlandırılır.

Bete-hCG’nin beklenenden daha farklı artışları ise, ektopik gebeliği(dış gebelik) dütündüren bulgulardan birisdir.

12 ve 14. günlerdeki beta-hCG değerleri istenilen şekilde artan vakalar klinik gebelik olarak kabul edilir ve 2 hafta sonra ilk gebelik ultrasonu için çağrılır. Bu ilk ultrasonda rahim içindeki gebelik kesesinin olup olmadığı ve eğer kese var ise kaç tane kese olduğu araştırılır. İkiz, üçüz yada daha fazla sayıda fetus bu ilk ultrasonda görülebilir.

ÖZEL UYGULAMALAR


CERRAHİ SPERM ARAMA (PESA, PTSA, TESE)

Erkeğin menisinde hiç sperm olmaması durumunda (azospermi) mikroenjeksiyon işleminde kullanılacak olan spermin testislerden alınması gündeme gelmektedir. Bu uygulamanın başlaması ile erkek kısırlığı konusunda devrim yaşanmıştır. Tıkanıklığa bağlı azospermi olgularında kanalların içine ince bir iğne ile girilerek sperm aranır (PESA). Bu tür olgularda kendi kliniğimizde sperm bulma oranımız %99.6’dır.

Tıkanmanın olmadığı durumlarda ise problem daha karışıktır. Bu durumlarda erkek yumurtalığının çeşitli bölümlerinde çok kısıtlı da olsa bir üretim söz konusu olabilmektedir. Yumurtalığın çeşitli bölümlerinden çok sayıda küçük parça alınarak bu parçaların içerisinde sperm hücresi aramak gerekmektedir. Parça iğne ile (PTSA) ya da açık cerrahi ile alınabilir (TESE). Bu teknikle hastaların yaklaşık %60’ında sperm bulunabilmektedir. Üretim bozukluğuna bağlı azospermi olgularında gebelik oranları biraz daha düşüktür.

DESTEKLİ YUVALAMA

Yardımcı üreme tekniklerine başvuran çiftlerin yarasından fazlasında embriyo gelişmesine rağmen gebelik olmamaktadır. Döllenme olmasına rağmen gebelik oluşmamasının kaynağı muhtemelen embryonun rahime yerleşme safhasındadır. Embriyonun rahim içine yerleştirilmesini takiben değişik olaylar oluşmaktadır. İlk olarak embriyo bölünmeye ve büyümeye devam etmekte belli bir boya erişince kendisini çevreleyen zarı (zona pellusida) yırtarak endometriumolarak adlandırılan rahim içindeki dokunun derinliklerine yerleşerek büyümesine burada devam etmektedir.

Gebeliğin oluşmamasının en önemli nedeni embriyonun bu zarı yırtarak dışarı çıkmaması ve dolayısı ile rahim duvarına yerleşmemesi olduğu kabul edilmektedir. Bu problemi çözmek için embryoyu, çevreleyen bu zarda transfer işlemi öncesi kimyasal veya mekanik yötemlerle küçük bir delik açılarak embriyonun bu zarı yırtması ve rahim duvarına yerleşmesi sağlanmaktadır. Yapılan bilimse çalışmalar bu yöntemle gebelik oranlarında hissedilir bir yükselme olduğunu göstermektedir. VKV Amerikan Hastanesi Yardımcı Üreme Teknikleri Merkezi’nde bu teknik kısaca şu şekilde uygulanmaktadır: İlk olarak embriyo mikroskopik bir iğne ile embriyo duvarından teğet geçilerek iki noktada delik açılır. Embriyo rahim içinde büyümesine devam ederken zayıf olan bu noktalarda zarını delebilir.

PREİMPLANTASYON GENETİK TANI (PGT)

Preimplantasyon Genetik Tanı (PGT), ailesinde genetik hastalıkları olan çiftlerin ya da uygulanan tedavilere cevap vermemiş intefil ailelerin tüp bebek yöntemi kullanılarak sağlıklı bebeğe kavuşmalarını sağlayan yeni bir genetik tanı yöntemi olup bu yöntemle çiftlerden elde edilen embriyolar tek tek incelenerek genetik olarak sağlıklı olan embriyolar anormal embriyolardan ayrılır ve anne adına genetik olarak normal olduğu saptanan embriyolar transfer edilir. Bu sayede genetik bozukluğu olan çocuğa sahip olma riski yüksek olan çiftler için hamilelik en başından kontrol altına alınmış olur. IVF’de olumsuz sonuçların başlıca sebeplerinden biri kromozom anomalisi dolayısıyla meydana gelen düşüklerdir. Bu nedenle PGT, özellikle ileri yaştaki IVF hastalarına ait oositlerde %43.1’lik gibi yüksek oranda kromozom anomalisine rastlanması sebebi ile ileri yaş anne adaylarına önerilmektedir. Ayrıca ülkemizde sıklıkla görülen talasemi ve orak hücreli anemi genetik hastalıkların gebelik öncesi analizi de PGT ile yapılabilmektedir. Gelişen genetik teknikler ve bilgiye ulaşma olanaklarının artması çiftlerin, PGT ve diğer prenatal tanı yöntemleri hakkında sağlık merkezlerine başvurmalarını kolaylaştırmıştır. Asıl amacı aileleri sağlıklı bebeklere kavuşturmak olan IVF, Preimpantasyon Genetik Tanı’nın uygulanması ile birlikte başarıya ulaşma konusunda bir daha atılmasını sağlamıştır.

BLASTOKİST TRANSFERİ

Son dönemlerde geliştirilmiş medium sistemleri kullanılarak embriyo canlılığı laboratuar ortamında daha da uzatılmış ve buna bağlı olarak günümüzde tüp bebek merkezlerinde, daha yüksek gebelik oranlarının elde edildiği 5. ya da 6. gün transferleri yaygınlaşmaya başladı. Buna blastokist transferi adı verilir. Embriyonun ana rahmine tutunmadan önce ulaştığı en son aşamaya blastokist aşaması denir.

Blastokist Transferlerinin Avantajları Şunlardır:

Gelitim potansiyeli daha iyi olan embriyoları seçebilme

Canlılğı yüksek olan daha az sayıda embriyo transfer ederek çoğul gebelik olasılığını azaltması

Embryo gelitimini daha iyi gözleyebilme

Embryoları en yüksek gelişim potansiyeline sahip oldukları dönemde yani blastokist aşamasında doldurabilme

Preimplantasyon genetiği uygulayan merkezlerde trophectoderm (blastokiste ait hiç hücre tabakaları) biopsisi uygulayabilmek ve bu doku embriyonik olmadığı için ethik problemleri ortadan kaldırabilmek

Embriyo canlılığının incelenebileceği metodlara fırsat tanıması.

EMBRİYO DONDURMA

İnsan gametlerinin ve embriyolarının dondurulmasının tüp bebek pratiğinde büyük önemi vardır. Tüp bebek uygulamalarında çoğul gebelik riskini en aza indirmek için genel yaklaşım en fazla üç embriyo transfer etmektir. Bu durumda akla gelen ilk soru elde edilen fazla embriyoların ne şekilde değerlendirileceğidir. Bu şekilde elde edilen fazla embriyoların dondurulması hastaya hem ekonomik, hem de psikolojik bir avantaj sağlar. Ayrıca dondurulan embriyolar transfer edileceği zaman hasta herhangi bir tedaviye gereksinim duymaz. Embriyo dondurma işlemi tüp bebek uygulamalarında başarı şansını arttıran bir işlem olarak da değerlendirilebilir.

Emriyo dondurma ve çözme işlemi, embryolar kimyasal maddelerle (kriyoprotektan) dengelendikten sonra soğutulması ve -196 C sıvı nitrojen içinde depolanması, çözüldükten sonra da krioprotektan ortamından uzaklaştırılarak ileri gelişimi sağlamak için özel kültür ortamlarının içine alınmasıdır. Her iki işlemde çok dikkatli yapılır. Rutin tüp bebek ve mikroenjeksiyon uygulamalarında embriyo dondurma ile gebelik oranları %15-25 arasında değişir. Aynı siklusda gebelik elde edilmiş ve kalan embriyolar dondurulmuş ise bu kez gebelik oranı %40 kadar olur. Çiftlerden izin belgesi alınarak dondurulan embriyolar Türkiye’de 1997 yılında yürürlüğe giren bir yasa ile üç yıl boyunca sıvı nitrojen içerisinde saklanabilir.

TEDAVİ SIRASINDA KARŞILAŞILAN SORUNLAR

Tedavinin İptal Edilmesi:
Hastaların tedaviye beklenen yanıtı vermemesi, yeterli sayıda follikül gelişmemesi gibi nedenlerle tedavi iptal edilebilir.

Yumurta Bulunamaması:
Özellikle yaşı ileri ve yumurtalık rezervi düşük kadınlarda folliküller yeterli büyüklüğe ulaşmasına karşın aspirasyon sırasında hiç yumurta bulunamayabilir.

Döllenmenin Olmaması:
Yumurta ve spermler normal olmasına karşın bazı yumurtalarda döllenme gerçekleşmeyebilir. Döllenme oranı %70 civarındadır.

Transfer Zorluğu:
Bazı durumlarda kadının genital organlarının anatomik yapısı nedeniyle transfer çok zor olabilir. Bu gibi durumlarda gebelik şansı düşmektedir.

Sperm Bulunamaması:
TESE uygulanan hastaların %40’ında sperm bulunamaz ve tedavi iptal edilmek zorunda kalınır. Gebelik Testi Öncesi Kanama: Test gününden önce kanaması olanlarda gebelik şansı düşmekle birlikte gebelik olmadığı anlamına gelmez.

Ovarian Hiperstimülasyon Sendromu (OHSS)
Yumurtalıkların tedaviye aşırı cevap vermesi ve karın boşluğu ile diğer vücut boşluklarında sıvı toplanmasıyla ortaya çıkan bir tabloolup şiddetli durumlarda hastanede yatarak tedavi gerekli olabilir. OHSS açısından riskli oaln kişilerde embryo transferi ertelenip embriyolar dondurulabilir.

GEBELİK ORANLARI

Yabancı üreme tekniklerinde gebelik oranları hasta yaşı, infertilite süresi infertilite nedeni, yumurta sayısı gibi pek çok değişkene bağlıdır. Bunlardan en önemlisi kadının yaşıdır. İlerleyen yaşla birlikte gebelik oranlarında da düşme görülür. VKV Amerikan Hastanesi Yardımcı Üreme Teknikleri Merkezi’nde 1996-2001 yılları arasında yapılan 7000’den fazla uygulamada transfer başına ortalama gebelik oranı %45 civarındadır. Yaşı 30’un altında olan hastalarda bu oran %60’lara kadar çıkarken, yaşın 40 ve üzerinde olduğu durumlarda %15’ler düzeyine indiği gözlenmiştir. İleri yaş sadece gebelik oranlarını etkilemez. Bu hasta gurubunda gebelik elde edilse bile, bu gebeliğin bir düşük ile sonuçlanma olasılığı genç yaştaki hasta gurubuna göre daha yüksek olur.

Tüp Bebek ile ilgili sitemizde yer alan Tüp Bebek ve Tüp Bebek Başarısızlığı başlıklı makalemizi okudunuz mu?

Tüp Bebek hakkında detaylı bilgileri Tüp Bebek – Mikroenjeksiyon – Aşılama başlıklı forum sayfamızda bulabilirsiniz.

kaynak: ntvmsnbc.com

Yağ Aldırma hakkında nedir nasıl yapılır

YAĞ ALDIRMA ( LİPOSUCTİON )

Hareketsiz hayat, stres ve fast food tarzı beslenme insanın hayatını olumsuz yönde etkileyen faktörler. Bunların sonucu olarak da kilo alma ve yağlanma. Bu aşamada Liposuction, çoğu kişinin kendini umutsuz vaka olarak gördüğü anda bir umut kapısı olmuştur.

Liposuction, kişide birikmiş olan yağların, daha doğrusu yağ hücrelerinin alınmasını amaçlayan, son yıllarda çoğu kişide başarı ile uygulanan bir operasyondur. Liposuction uygulandıktan sonra operasyon yapılan bölge eskisi kadar yağ depolayamaz, tüm vücuda dağılan dengeli bir yağlanma olur.

Yağ aldırmada amaç zayıflama değil, görüntü ve şekil bozukluğunu gidermektir. Operasyon alınacak yağın durumuna göre 6 saat kadar sürebilir, hastanede yatış genellikle gerekmez. 4 gün içinde de hasta işine dönebilir.

LİPOSUCTİON UYGULANAN BÖLGELER
Başta karın ve bel olmak üzere, bunları kalça, uyluk iç ve dış yanı, dizlerin birbirlerine bakan yüzleri, boyun, üst kol, erkek ve kadındaki meme bölgesine uygulanabilmektedir. Daha az olmak üzere diz altı ve popoya uygulanmaktadır.

Ameliyat doktorunuzun uygun gördüğü şekilde genel anestezi ile yapılabildiği gibi lokal anestezi ile de yapılabilir.



AMELİYATI SONRASI GELİŞEN ŞİKÂYETLER

Her ameliyatta olduğu gibi bu ameliyat için de korkulan komplikasyonların başında, kanama ve enfeksiyon var.
Deride dalgalanma, gevşeme
Deri kaybı
Deride his kayıpları
Deri yanığı
Karın duvarının delinmesi

Liposuction’da ciddi bir kanama olmaz fakat basit morarmalar belirebilir. İlaveten birkaç gün sonra kızarıklık, ateş ve şişlik görülürse enfeksiyon habercisi olabilir.

Ameliyattan sonra meydana gelen sertlik ve şişliklerin büyük kısmı 2. ayda azalır. Ama tam sonucun alınması 6 -9 ay civarında olur. Yukarıda belirlenen şikâyetler doktorunuz kontrolünde giderilebilecek komplikasyonlardır.

AMELİYAT SONRASI NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?
İlk iki hafta sigara içilmemeli
İstirahat edilmeli
Fazla ayakta durmamalısınız
Banyo doktorunuzun size söyleyeceği ilk pansumandan sonra yapılır
Korse kullanımı yapılmalı ( yaklaşık 3–4 hafta )

E Vitamini ve faydaları – yararları nelerdir? – Eksikliğinde görülen rahatsızlıklar ? – Hangi yiyeceklerde bulunur ?

Göz sağlığı için hayati önem taşıyan E vitamini; Retina gelişimi için önemli bir oynar. Katarak yapıcı etkilere karşı önemli bir koruyucu biridir. Vücuda alınan ağır metaller, zehirli bileşikler, radyasyon ve bazı ilaçların yarattığı toksinlere karşı koruma sağlar.

Virüslerden kaynaklanan hastalıklara karşı vücudun direncini yükseltir. Timus bezi ve alyuvarları korur. Bağışıklık sistemi için önemli vitaminlerden biridir.

Yapılan araştırmalar E vitamininin yaşlanmaya bağlı hafıza kayıplarının önlenmesinde olumlu etkisi olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca yaşlanmaya karşı koruyucu etkisi de bulunur. Toksin maddelerin vücutta yarattığı tahribatı da azalttığı ortaya çıkmıştır.

Kırmızı kan hücrelerinin sağlıklı gelişimi ve çoğalması için gereklidir. Kalbe yararlı olan HDL kolesterol oranını yükseltip, zararlı olan LDL kolesterolünü azaltır. Kandaki kolesterol oranını dengeye sokar. Kaslar ve cilt sağlığı için de önemli bir vitamindir.

Hava kirliliğinden dolayı akciğerde ve ağızda oluşan olumsuz etkiyi azaltır.


Kalp krizine, kansere, Alzheimer’e, katarakta karşı koruyuculuğu olduğu üzerinde ciddi veriler toplansa da, henüz bu konudaki yararlan kanıtlanmamıştır.

Biber ve diğer yeşil sebzeler E vitamini açısından zengin besinlerdendir.

Çok fazla alkol tüketenler, doğum kontrol hapı kullananlar, yeterli miktarda oksijen alamayanlar, E vitamini açısından riskli gruba girerler. Her vitamin gibi E vitaminin de uygun miktarda alınması gerekir. Çok fazla alındığı takdirde, uyuşturucu kullanılmış gibi kişinin hareketlerinde değişikliklere yol açabilir.

E vitamini eksikliği: E vitamini özellikle metabolik hızın arttığı ergenlik çağında vücuttaki zararlı maddeleri temizleyici etkisi ile oldukça önemlidir. E vitamini eksikliğinde kansızlık ve vücutta sıvı toplanmasına bağlı şişkinlikler görülmektedir.

E vitamini hangi yiyeceklerde bulunur:Buğday, pirinç, mısır, darı, çavdar, marul, soya, yerfıstığı, kabak çekirdeği, badem, susam, ceviz, zeytinyağı, ayçiçek yağı, mısırözü yağı

Sağlıklı kilo vermenin püf noktaları

Uzmanlar, kilo verme konusunda kulaktan duyma yöntemlere başvurulmaması konusunda uyarıyor.

Doruk Sağlık Grubu diyetisyenlerinden Rabia Yıldız, kilo vermek isteyenlerin her duyduğu zayıflama yöntemine inanmamaları gerektiğini belirterek, “Eğer şimdiye kadar duyduklarımızın hepsi doğru olsaydı, diyetle verdikleri kilonun daha fazlasını alanların sayısı bu kadar çok olmazdı. Kilo vermek isteyenler önce kendilerini buna inandırmalıdır. Kararlı ve sabırlı olmalıdır. Diyete başladıktan sonra hemen pes edilirse istenilen neticeyi elde etmek imkansız olur” açıklamasını yaptı.

Her diyetin sağlıklı kilo verdirmediğinin altını çizen Yıldız, “Şu an ki durumunuzu düşünmelisiniz. Fazla kilolarımızı verdiğimizde neler kazanacağımızı, vermezsek ne kaybedeceğimizi, kilomuzu verip tekrar aldığımızda ne düşüneceğimizi gözden geçirelim. O yüzden başımızdan geçecek süreçleri düşünerek, planlarımızı iyi yapmalı, sağlam adımlarla ilerleyecek şekilde hedefler koymalıyız. İlerleyeceğimiz yolda iyi veya kötü olayların karşımıza çıkabileceğini göz önünde bulundurmalıyız. Diyete başlayıp, dayanamayıp, canımızın çok istediği şeyi hemen yemeye başlamak, normalden fazla abur-cubur tüketmek, kararınızda ciddi olmadığınızı gösterir. Gerçekten kararlı olup olmadığınızı gözden geçirin. Sık sık diyete başlayıp bırakmak, kendinize olan güveninizi olumsuz etkiler” dedi.

“Sağlıklı kilo verme ve sonra o kiloyu koruma konusunu çok iyi araştırmalı, mutlaka güvenilir bir beslenme ve diyet uzmanından, bir diyetisyenden yardım almalısınız” diyen Yıldız, “Müracaat ettiğiniz diyetisyeniniz, işini severek yapıyor olmalı. Eğer danışmanlık hizmeti aldığınız uzman, size standart zayıflama listeleri veya zayıflama ilaçları veriyorsa, kafanızda doğru adreste olup olmadığınıza dair soru işaretleri olmalıdır. Unutmayın, siz diyet yaparken aslında her türlü besini, doğru bir şekilde yemeyi öğrenmiş olacaksınız.

O yüzden tatlıdan tutun, lahmacuna kadar her türlü kaçamağı yemek istediğinizi diyetisyeninize rahatlıkla söylemelisiniz. Diyetisyeniniz zaten size, bu tarz besinleri ne sıklıkta, ne miktarda, hangi öğünde ve neyin yerine yiyeceğinizi size zamanla anlatacaktır. Zayıflama hizmeti aldığınız diyetisyeniniz, sizi belirli aralıklarla takip etmeli, hem kilo ölçümünüzü ve hem de diyetinizi değerlendirmelidir. Siz de diyetisyeninizle yapmakta zorlandığınız ve canınızın istediği şeyleri paylaşacak rahatlıkla olabilmelisiniz. Unutmayın, siz sağlıklı beslenmeyi öğrendiğiniz sürece, kalıcı kilo verimi mümkün olacaktır. O yüzden aklınıza takılan her şeyi diyetisyeninize sormalısınız” diye konuştu.

ZAYIFLAMANIN PÜF NOKTALARI

Kilonuzu çok kısa bir sürede almadığınızı unutmayın. Çok yavaş kilo veriyorum diye yakınıp, diyeti bırakıp, vereceğiniz kilolardan da olmayın. Unutmayın, herkesin farklı metabolizma hızı vardır, bazı kişiler 2 haftada 3 kg verirken, bazıları aynı süreçte 1.5 kg verebilir. Aynı zamanda, diyetinizi ve sporunuzu düzenli yapıp yapmamanıza göre de kilo verme hızınız değişecektir.
HARCADIĞINIZ ENERJİYİ ARTTIRIN

Gün içindeki hareketleriniz, kilo verme hızınızı etkiler. Düzenli spor yapmak, kilo verme hızınızı diyet kadar arttırır. Kilo vermek için en uygun, en ucuz, en pratik ve kolay spor yürüyüş yapmaktır. Bunun yanında işyerinde asansörü çok kullanmamak, ofiste hareketlerinizi arttırmak, ev hanımları için ev işlerini arttırmak, yakın yerlere yürümek enerji harcamanızın arttırılmasında yine etkili olacaktır.
DİYETİ CEZA GİBİ GÖRMEYİN

Diyetimiz bitince, hayatımdan uzaklaştırıp yiyemediğim her şeyi sınırsızca yiyeceğimizi düşünmek çok yanlış olacaktır. Çünkü siz zaten, diyetiniz süresince, her türlü besini, nasıl ve ne düzende yemeyi öğrenmiş olacaksınız. Birden her şeyi unutup, kendimizden geçercesine yemek yemeye başlarsak, sonuç yine kilo alımı olacaktır. Sağlıklı beslenmenin bir dönemlik değil, hayatınızın her döneminde gerekli olduğunu unutmayın. Diyetimiz bitince, o süreçte yiyemediğimiz besinlerden intikam alırcasına yemek yemenin çok yanlış olduğunu öğrenmemiz gerekir. Gıdalardan intikam alma düşüncesi, sağlıklı beslenmenin mantığının anlaşılmadığını gösterir. Sağlıklı beslenme, hayatımız boyunca uygulayacağımız bir eylemdir.
MUTLAKA KİLO KORUMA PROGRAMI UYGULAYIN

Kilo fazlalıklarınızı verdikten sonra, işimizin bittiğini düşünüp, beslenmenizi oluruna bırakmayın. Diyet yapar gibi beslenmememiz gerektiği gibi, birden fazlaca yemek yeme durumundan da kaçınmak gerekir. Destek aldığınız diyetisyeniniz size kilo koruma ile uyumlu bir beslenme planı hazırlayarak, sizin var olan yeni kilonuzun korunmasını sağlayacaktır. Sizin bu kilo koruma programına uymanız ve diyetisyene yine belirli aralıklarla gitmeniz gerekir. Bu süreçte, danışmanlık hizmeti aldığınız diyetisyeninizden yavaş yavaş uzaklaşmaya başlayacak, kendinizi tek başına takip etmeye başlayacaksınız.
VE MUTLU SON

Artık sizin sağlıklı bir beslenme tarzınız oluşmuş durumdadır. Beslenme şeklinizi yaz-kış, tatil-çalışma dönemi, düğün-sünnet ve bayramlar gibi her süreçte geliştirme ve renklendirme durumunuz ortaya çıkabilir. Önemli olan, diyetisyeninizden öğrendiğiniz temel beslenme kavramlarını yapmayı ihmal etmemenizdir. Kilo koruma sürecinde sporu yine ihmal etmeyin. Kilo verme sürecindeki gibi her gün olmasa da haftada 2-3 gün düzenli faaliyette bulunun. Bu aktiviteleri hayatınızın bir parçası hale getirin.

Kaynak : Haber7

Grip Aşısı – Grip Aşısı Faydalımıdır?

Sonbaharın gelmesiyle birlikte, grip aşısı da yeniden gündeme geldi. Uzmanların, gribin etkisini göstermeden yapılması gerektiğini söylediği grip aşısı için geç kalmadınız. Bir sağlık kuruluşuna başvurarak grip aşısı yaptırabilirsiniz.

Havaların soğuması ile birlikte kapalı alanlarda daha fazla vakit geçiriyor, çok sayıda insanla bir arada oluyoruz. Aksırık ve öksürük seslerinin arttığı bu günlerde, grip herkesin kapısını çalabilir. Vakit kaybetmeden grip aşısı yaptırmanızda fayda var.

Nezle ve soğuk algınlığı gibi viral solunum yolu enfeksiyonları, grip olarak adlandırılsa da grip; virüslerin sebep olduğu mikrobik ve bulaşıcı bir hastalıktır. Çoğunlukla hasta kişilerin öksürük ve aksırığıyla bulaşan gribin 1-4 günlük bir kuluçka dönemi var. Grip kuluçka evresinin ardından; ateş, halsizlik, kırgınlık ve kuru öksürüğün yanı sıra, baş, kas ve boğaz ağrıları ile devam ediyor.

Grip Aşısını Kimler Yaptırmalı?

Uzmanlar grip aşısını


* 65 yaşın üstüneki herkese;

* kalp, akciğer, karaciğer, böbrek, kan ve hormon hastalığı olanara;

* bağışıklık sistemi zayıf olanlara;

* gebeliğinin ilk üç ayı grip mevsimine rastlayan kadınlara;

* öğrencilere;

* halka sürekli bir arada olan sağlık personeli ve kamu çalışanlarına tavsiye ediyor.

Aşının seyrek de olsa alerjik reaksiyona sebep olma ihtimali var. Bu durum, aşının yapılmasından birkaç dakika ya da birkaç saat sonra kızarıklık, deride kabarmalar şeklinde kendsini gösteriyor.

Grip Aşısı Ne Zaman Yaptırılmalı?

Grip aşısının yapılması için en uygun zaman, havaların soğumasından hemen önceki dönemdir. Buna göre eylül-kasım ayları arasında aşının yapılması şart. Çünkü aşının etkisini göstermesi için ortalama 15 günlük bir zamana ihtiyacı var. Sonrasında ise bir yıla yayılan bir koruma süresi sizi bekliyor. Ancak sadece grip aşısının tek başına sizi gripten koruyamayacağını da unutmayın.

Nasıl Zayıflarım? – Zayıflama Gerçekleri Nelerdir?

Diyet

Obezite ya da halk arasında bilinen adıyla şişmanlık vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Obezite besinlerle alınan enerji miktarının metabolizma ve fizik aktivite ile tüketilen enerji miktarını aştığı durumda ortaya çıkar.

Obezite insan vücudunda kalp ve damar sistemi solunum sistemi hormonal sistem sindirim sistemi gibi sistemleri etkileyen ve birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlayan bir hastalıktır.

Kalp hastalıkları yüksek tansiyon şeker hastalığı yüksek kolesterol solunum rahatsızlıkları eklem hastalıkları adet düzensizlikleri kısırlık iktidarsızlık safra kesesi hastalıkları taş oluşumu bazı kanser türleriobezite ile doğrudan ilişkili hastalıklardan birkaçıdır.

Sonuç olarak obezite insan yaşamını kısaltan ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir hastalık olarak tanımlanabilir.

Yapılan araştırmalara göre obezite özellikle son 20 yılda bütün dünyada süratle artmakta ve bir salgın hastalık gibi yayılmaktadır. Bu salgından ülkemiz de etkilenmektedir. Kadın nüfusumuzun yaklaşık üçte biri erkek nüfusumuzun da yaklaşık beşte biri obez yani şişmandır.

NASIL SAĞLIKLI ZAYIFLARIM?

Vücut nasıl kilo kaybediyor?

Alınan enerji = Harcanan enerji kilo sabit
Alınan enerji > Harcanan enerji kilo artışı
Alınan enerji < Harcanan enerji kilo kaybı

Bu denklemden çıkartmamız gereken sonuç harcadığımız enerjiyi arttırmamız gerektiği yada aldığımız enerjiyi azalmamız gerekir.

1-Spor yaparak harcadığımız enerjiyi artırmış oluruz ama sporun düzenli yapılması günlük yürüyüşler ve basit egzersizler şeklinde yapılması gerekir bu durum birçok çalışan insan için çok zordur.


2-Diyet yaparak konusunda uzman bir diyetisyen ile görüşüp sizin bünyenize yaşam tarzınıza uygun hazırlanacak diyetleri uygulayarak zayıflayabiliriz.

3-Kalori açığı oluşturacak ürünler ile bu konuda SAFRAN ZAYIFLAMA ÇAYI size bağırsaklardaki yağ emilimini asgariye indirerek ve vücutta oluşturacağı kalori açığına bağlı olarak zayıflamanızda yardımcı olacak bir üründür.

ZAYIFLAMA NASIL OLMALI?

Sağlıklı zayıflamanın temel esası yağ kitlelerinin yakılmasıyla gerçekleştirilmelidir. Bu konuda piyasada bir çok ürün vardır ki vücuttan sadece su ve kas kaybına yol açarak zayıflama gerçekleşmektedir bu şekilde verilen kilolar hem sağlıklı değildir hem de kalıcı değildir. Vücut bu atılan suyu bir kaç ay gibi kısa bir zamanda toplayacağı için uğraşınız boşa gidecek ve sağlığınız tehlikeye girecektir.

BÖLGESEL ZAYIFLAMA :

Zayıflamanın bölgesel gerçekleşebilmesi için yağların yakılarak gerçekleşmesi gereklidir. SAFRAN ZAYIFLAMA ÇAYI bağırsaklardaki yağ emilimini asgariye indirerek fazlalık olan bölgelerden (göbek-basen) zayıflama gerçekleştirmektedir.

KALICI ZAYIFLAMA:

Kalıcı yani uzun soluklu bir zayıflama için vücuttaki fazla yağların yakılmasıyla gerçekleşen kilolar kalıcıdır. SAFRAN ZAYIFLAMA ÇAYI diğer bir çok bitkisel üründen farkı yağ emilimini engelleyip yağların yakılmasına yardımcı olduğu için vermiş olduğunuz kilolar kalıcı olacaktır.

SAĞLIKLI ZAYIFLAMA:

Zayıflama ciddi bir konudur bu konuda gıda mühendisi ve diyetisyen arkadaşlarımızın hassas çalışmaları sonucu üretilmiş olan SAFRAN ZAYIFLAMA ÇAYI & SAFRAN ZAYIFLAMA KAPSÜLÜ size sağlıklı zayıflamanın kapılarını açmaktadır. Zayıflamak isterken sağlığınızı değil kilolarınız kaybetmek istiyorsanız sizlere SAFRAN ZAYIFLAMA ÇAYI & SAFRAN ZAYIFLAMA KAPSÜLÜ yardımcı olacaktır.

Balık ve Balık Yağı Nedir? Balık Yağının Özellikleri Nelerdir?

Balığı düzenli olarak tüketenlerde hastalık oranlarının düştüğü ve daha yüksek sağlık standartlarında yaşadıkları bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Üstelik balığın nasıl pişirileceğinin de hiç önemi yoktur.
Balık bunama, depresyon gibi rahatsızlıklar yanında astım gibi çok sık rastlanılan rahatsızlıkları da tedavi edici özelliktedir.
Çocuklarımıza da sık sık balık yedirmeli, onların gelişimine katkıda bulunmalı, ayrıca onları da balık ile besleyerek bağışıklık sistemini kuvvetlendirmeliyiz.
Balığı haftada en az 2 kere soframıza getirerek sağlıklı bir yaşama kavuşabiliriz.

SAÇ DÖKÜLMESİNİN SEBEPLERİ NEDENLERİ NELERDİR?

Olağan Saç Dökülmesi:
Genellikle geri dönüşümlü olan bu saç dökülmesi yeni doğan ‘ bebeklerde görülen ani saç dökülmesi yada kadınlarda doğum sonrası görülen yaygın saç dökülmesini tanımlar. Ömrünü tamamlamış saç kendiliğinden veya dış etkilerle (tarama, şampuanla yıkama, fırçalama, saça şekil verme çalışmaları) dökülür. Bunun yerine yeni saç çıkar. Günde ortalama 100 adet saç dökülür.

Anagen Effluvium :
Radyasyona veya bazı kimyasal maddelere maruz kalındıktan sonra görülen ani saç kaybıdır. Bu tip saç dökülmesi en çok kanser nedeniyle kemoterapi ve radyoterapi uygulanan hastalarda görülür. lşleme maruz kalınmasını takiben 1-3 hafta içinde ani saç kaybı meydana gelir. Kemoterapiye bağlı saç dökülmeleri genellikle geri dönüşümlü iken radyoterapinin neden olduğu dökülmelerde geri dönüş imkansız gibidir.

Telogen Effluvium :
Sağlıklı bir kişide saçların %85-90’ı anagen fazda iken %10-15’i dinlenme fazındadır (telogen faz). Yani saçlarımızın bir kısmı dökülürken bir kısmı yenilenir. Bu olağan saç siklusu esnasında günde ortalama 50-1 00 saç teli normal olarak dökülür. Bazen dış etkenlere bağlı olarak dinlenme fazına giren saç oranı artar. Böylece telogen effluvium olarak adlandırılan ve uzun bir süre boyunca saçın yaygın bir şekilde incelip döküldüğü dönem başlar. Telogen effluviumun nedenleri kısaca şu şekilde sınıflandırılabilir:

a) Tiroid anormallikleri: Hipo veya hipertroidizm
b) Proteinden yoksun ağır diyetler
c) Fiziksel veya duygusal stres
d) Geçirilen büyük ameliyatlar
e) Demir eksikliği anemisi
f) Menapoz
g) Bazı ilaçlar: Heparin, beta blokerlar, vitamin A, warfarin, doğum kontrol hapları….

Bazı araştırmalar ise saç siklusunun farklı fazlarında gelişen değişiklikler temelinde tanımlama yapmıştır.

1. Erken anajen terk. Normal anajen faz 2.7 yıl sürer. Bu tip saç dökülmelerinde ise saç folikülleri bu süreyi doldurmadan telojen faza girer. İlaç alımında, yüksek ateş esnasında oluşan saç dökülmeleri bu tiptir.
2. Gecikmiş anajen terk. Burada anajen faz uzun sürer. Normalde belli bir sayıda saç folikülü anajen fazdan telojen faza geçmesi gerekiyorken, bu işlem gerçekleşmez ve neden ortadan kalkınca normalden çok fazla saç kökü telojene geçer (Birikmiş anajen fazdaki saç folikülü nedeniyle) ve bir anda çok miktarda saç dökülür. Gebelik sonrası saç dökülmesi bu tiptir.
3. Kısa anajen. Bazı vakalarda anajen faz kısa sürer bu da anajen/telojen oranını yükseltir. Bir anda dökülen saç sayısı artar.
4. Erken telojen terk.
5. Gecikmiş telojen terk. Mevsimsel saç dökülmesi bu yolla olmaktadır.

Telojen effluvium daha sıklıkla kadınlarda görülür. Akut telojen effluvium 2-6 ay sürer ve tam iyileşir.

Trikotillomani (Saç yolma takıntısı):
Psikolojik kökenli olan bu rahatsızlıkta kişi kendi saçını yolma eğilimindedir. Tipik olarak saç yamalar halinde görünmektedir. Kalıcı saçsız alanlara neden olan bu durumda mutlaka psikoterapiye ihtiyaç vardır. Aksi taktirde saç ekimi sonuç vermez.

Traksiyon Alopesisi:
Saçın sıkı şekilde geriye doğru bağlanması sonucunda kıl foliküllerinde oluşan hasara bağlı olarak ortaya çıkan kalıcı saç dökülmesidir.

Alopesi Areata:
Nedeni tam bilinmemekle birlikte otoimmün kökenli (vücudun savunma sistemi hastalığı) olduğu düşünülen bir rahatsızlıktır. Saçlı derınin herhangi bir bölümünde dairesel alanlar halinde saç dökülmeleri meydana gelir.Halk dilinde saç kıran olarak adlandırılır. Bazen de bütün kafa derisindeki saçın, hatta bütün vücuttaki kılların kaybıyla seyreder. Bunların dışında yara dokusu oluşturmayan, geri dönüşümlü, ve yaş, cinsiyet ve ırk tercihi olmayan bir hastalık olarak tanımlanır. Çocuk ve erişkin her yaşta görülebilir.

Diffüz alopesi :
Diffüz alopesi, bütün kafa derisi üzerinde yayılan jeneralize veya global saç dökülmesidir. Ciddi boyutlarda saç kaybı olana kadar genellikle farkedilmez. Diffüz alopesinin gidişatı değişkendir ve nedene bağlı olarak devamlı veya dönem dönem artan şekilde olmaktadır.

Sikatrisiyel alopesi :
Sikatsiriyel alopesi saç foliküllerinin kalıcı yıkımından ve fibrozisinden (yara dokusu oluşumu) kaynaklanmaktadır. Genellikle dairesel şekilde oluşurken, yaygın bir şekilde de olabilir.

Herediter ve konjenital alopesi :
Bu tip saç dökülmeleri çeşitli kalıtımsal hastalıklardan veya gebelik ve doğuma bağlı hastalık veya komplikasyonlardan kaynaklanmaktadır. saç dökülmesinin genetik nedenlerini, genetik yatkınlık zemininde başka nedenlerin eklenmesiyle oluşan bir durum mu yoksa tamamen genetik dışı başka nedenlerle mi geliştiği konusu son derece önemlidir. Zira tamamen genetik nedenli bir saç dökülmesinin tedavisi farklı olacak, salgı sistemine bağlı bir nedenle oluşan saç dökülmesi tedavisi farklı olacaktır. Anemiye veya salgı sistemine bağlı bir hastalığa veya ağır geçirilmiş ateşli hastalığa bağlı saç dökülmesinin tedavi yaklaşımı ayrı ayrı olacaktır. Androgenetik Alopesi (erkeksi saç dökülmesi) cinsiyetten etkilenen Otosomal dominant bir durumdur. Erkekler hastalık genini sadece tek ebeveynlerinden de alsalar hastalığı gösterirler, ancak kadınlar androjen hormonları erkeklerden daha az olduğundan heterozigot durumunda hastalığı göstermezler. Kadınlar ancak homozigot olurlarsa (her iki ebeveynden de geni alırlarsa) hastalığı gösterirler.

Androjenik Saç Dökülmesi:
Androgenetik alopesi erkeklik hormonuna bağlı genetik saç dökülmesi olarak ta adlandırılmaktadır. Bu sex hormonuna bağlı genetik durum sadece erkeklerin değil kadınlarında en sık saç dökülmesi nedenleri arasındadır.Onlu yaşların ortalarından itibaren, testesteronun DHT’a dönüşümü ile başlar. Miniatürizasyon ile başlayan süreç saç foliküllerinin dökülmesi ve kellikle sonuçlanır. Androgenetik saç dökülmesi genetik olarak meyilli saç folikülleri üzerinde sex hormon etkileri sonucu meydana gelir.

Saç dökülmesi birbirinden bağımsız 3 ayrı etki ile oluşur. Aşağıda bu etkileri ayrı ayrı inceleyeceğiz.

Genler:
Spesifik genlerin varlığı olmadan yaygın kellik gerçekleşmez.Bu genler anne ya da babadan geçebilir.

Hormonlar:
Tüm normal erkek ve kadınlar erkeklik hormonu üretirler.Bunlar daha sık olarak Testesteron, androstenodione ve Dihidrostestesterondur. Erkeklerde testis ve adrenaller, kadınlar da over ve adrenal gland tarafından üretilir. Bu hormonlar her iki seks içinde önemli olup, farklı konsantrasyonda bulunur. Erkeklerde daha dominant bir role sahip olup cinsiyet farklılaşmasından sorumludur.Testesteron 5-alfa-redüktaz isimli enzim aracılığı ile Dihidrotestesterona(DHT) dönüştürülür. DHT, genetik olarak yatkın kişilerde belli bir zaman sonra androgenetik saç dökülmesinin kadın veya erkek paterninin oluşumundan sorumludur.İşte kafamızın arka ve yan bölümlerinde yerleşmiş olan saç köklerimizin bu hormondan etkilenen reseptörleri (algılayıcıları) içermemesi estetik cerrahi saç ekiminin gelişmesinin temelini oluşturmaktadır. Genetik olarak saç azalmasına meyilli insanlar için saç ekimi sevindirici bir durum oluşturur.

Yaş:
Saç dökülmesinin kesin bir başlama yaşı yoktur. Bu basit, fakat göz ardı edilmemesi gereken bir süreçtir. Yavaş yada hızlı olabilir. Onlu yaşlarda başlayabildiği gibi hayatın sonunda da başlayabilir. Belli bir hızla ilerleyebilen ya da bir miktar stabilize olup tekrar hızlanabilen dinamik bir süreçtir. Görüldüğü gibi genler ve hormonlar tek başına yeterli değildir.

Yaşlanan organizmanın dayanıklılığı azalır. Saç da bir organizma parçası olduğundan, geçen yıllar saçların da dayanıklılıgını azaltır. Genetik olarak yatkınlığı olan kişilerde geçen zaman içerisinde saç dökülmesi oranı artar.

Kelleşme ile erkeklik hormonu arasında bir ilişki vardır. Androgen hormonu erkeklik hormonudur. Bir androgen hormonu olan testeron Alfa-5 redüktaz isimli enzim tarafından dihidrotestosterona (DHT) dönüştürülür. DHT de saç kökleri üzerindeki reseptörlere baglanarak etkisini gösterir. Alfa-5 redüktaz enzim eksikliği olan erkeklerde saç dökülmesi oluşmaz. DHT genetik olarak yatkınlığı olan kişilerde anagen faz süresini kısaltır. Bu durum her saç yaşam döngüsünde anajen fazın daha da kısalmasına yol açar. Bu saçın maulaşabileceği maksimum saç uzunluğunun azalması ve saçların genel görünümünde anagen fazında olan saçların göreceli olarak azalması demektir.

Katajen ve telojen faz (ara faz ve dinlenme fazı) saçın dökülmesi ile sonlanır. Bu fazlarda süre olarak değişiklik olmaz. Ancak anajen faz kısaldığında herhangi bir anda tüm saç kütlelerindeki oranlar göreceli olarak artmış olur. Bu da orantısal olarak daha fazla saçın dökülmesi demektir.

Anajen fazda normalde iki tip saç üretilir: 1. Terminal(kalın ve renkli)saçlar 2. Vellus (ince ve renksiz) saçlar. Bilindiği gibi vellus saçlar daha çabuk dökülen saçlardır. Yine Androgenetik Alopesi kişilerde hormonların ve genlerin etkisiyle terminal saç köklerinde gittikçe hızlanan bir biçimde küçülme (minyatürizasyon) oluşur. Bunun sonucu terminal saçlar vellus saçlara benzemeye başlar. Minyatürize olmuş köklerde zayıf, ince ve renksiz (vellus) saçlar üremeye başlar. Küçülmeye devam eden kökler bir süre sonra mikroskopla incelendiğinde hücre kılıfının bir kalıntısı haline döndüğü görülür ve saç kökü böylelikle yok olur.
Hem erkekler hem de kadınlar androjen hormonu taşırlar. Herkeste bu hormonlar olduğuna göre niçin herkesin saçının dökülmediği sorulabilir. Burada genetik taşıyıcılık olması yanında aşağıda belirtilen hususlar da önemlidir:

1. Androgenetik Alopesi olanların saçındaki androjen reseptörlerinin sayısı fazladır. Hormon normal düzeyde olsa onu bağlayan reseptör çok olduğundan hormonun saç üzerine etkisi çok olmaktadır.


2. Androgenetik Alopesili kişilerin reseptörleri daha hasastır.

3. Androgenetik Alopesili vakalarının Alfa-5 redüktaz enzimi aktivitesi daha fazladır.

Stres ve Saç Dökülmesi :
Deri hastalıkları ile stres ve ruhsal olaylar arsındaki ilişki öteden beri bilinir. Kişi psikolojik sıkıntılarını kişisel yada ailsel sorunlarını bir dermatolojik problem halinde yansıtabilmektedir. Ayrıca kendiliğinden oluşmuş bir deri problemi (saç dökülmesi) kişide vücut imajını zedeleyecek bireysel, psikolojik bozukluklara ve hatta psikososyal olumsuzluklara yol açabilmektedir. Kısaca anlatılmak istenirse, saç dökülmesi ve stres arasında iki çeşit ilişki söz konusudur:

1. Birinci ilişki nörotik bir ruhsal yapının desteklediği görünürde organik bir neden olmaksızın, stresin körüklediği saç dökülmeleri oluşabilir.

2. İkinci ilişki ise saç dökülmesi sonucu oluşan görünüme karşı kişinin geliştirdiği psikolojik reaksiyonlardır.

Stres zemininde gelişen saç dökülmelerine ilişkin çeşitli önlemler çok eski tarihe dayanır. Tıp literatürü ani, ciddi stres sonucu ortaya çıkan dramatik saç kayıpları örnekleri ile doludur. Sevilen birinin ölümü, sevgiliden ayrılık, iş kaybı,? gibi akut, ciddi stres halleri çarpıcı, hızlı, şiddetli saç dökülmelerine yol açabilir ve bu duruma stresle tetiklenen telojen effluvium denir.

Kronik, sinsi, yavaş gidişli saç dökülmelerinde, dış etkilerin yanında psikonevrozlar ve kronik anksiyete de etkilidir. Burada saç köklerinin anajen evreden telojen evreye prematür presipitasyonu yoluyla strese yanıt oluştuğu düşünülmektedir.

Alopesi areata (Saç Kıran): Madeni para büyüklüğünde, yani 2-2,5 cm çapında dairesel ? oluşan saç dökülmesidir. Her iki cinste oluşabilir. Çoğu vaka kendiliğinden geçer. Bu hastalığın ortaya çıkışında psikososyal streslerin etkili olduğu gösterilmiştir. Özellikle çocuk hastalarda yapılan incelemeler saç dökülmesi öncesi dönemde çocukların negatif yaşam olaylarıyla karşı karşıya kaldıkları tespit edilmiştir.

Psikolojik stres sonrası olan saç dökülmelerinin altında yatan esas olay psiko-nöroendokrin sistem ile immun sistem arasındaki karmaşık etkileşmedir. Yani immun sistem psikolojik olayların etkisiyle harekete geçer ve sonuçta saç dökülmesi meydana gelir.

Stres ile saç dökülmesi arasındaki ikinci ilişki saç dökülmesinin yarattığı psikolojik sorunlar (stres)dır.

Saçı dökülen insanlarda yapılan çeşitli psikolojik ölçümler benlik duygusu, vücut imajı, öz saygı, kendine güven gibi duyguları etkilediği ortaya çıkmıştır.

Saç dökülmesi yaşayan kadın ve erkeklerde yapılan çalışmalarda erkeklerde saç kaybının artmasıyla depresyon, içe dönüklük, aşırı sinirlilik, özbenlik duygusunda azalma gibi olumsuz sonuçlar çıkarken, kadınların da günlük yaşamlarını negatif etkilediği ve sosyal problemler yaşadıkları görülmüştür. Erkeklerin aktif olarak bu durumla başa çıkabildikleri ancak kadınlarda saça cinsel kimlik, seksüalite, çekicilik gibi kültürel ve kişisel özel anlamlar verildiğinden başa çıkmaları daha zor olmaktadır. Bu tip kişiler toplum içersinde daha gergin, utangaç davranmakta, boyunlarını daha dik tutmakta (boyun ağrısına yol açan), sık sık saçını yıkamak, kurutmak gibi yöntemlere başvurmaktadırlar. Sonuç olarak stresli, gergin, psikolojik problemleri olan bireyler olmaktadırlar. Tedavi konseptinde bu durum dikkate alınmalıdır. Tedavide bilgilendirme, empatik dinleme ve davranışları iyileştirme gibi psikosoyal destek gerekirse ilaç tedavisi uygulanabilir.

Kozmetik Uygulamaların Ortaya Çıkardığı Saç Problemleri :
Uzun yıllardır temel amaç olarak saçı düzenli tutmak ve görünümünü güzelleştirmek için değişik yöntemler uygulanagelmektedir. Bunlar kimyasal maddeler, kozmetik ürünler vs. dir. Ancak bu maddeler ve yöntemler saç ve saçlı deri için fiziksel bir travma nedeni olur ve bazen istenilmeyen yada kalıcı olabilen değişikliğe yol açar. Uygulamaların yalnış yapılması, kimyasal maddelerin içindeki etken maddeler ve uygulama yapılan saçın kalitesi bu olumsuz değişmelere katkıda bulunur.

Yapılan kozmetik uygulamalar:

1. Saçı temizlemek için kullanılan şampuanlar: Piyasada var olan bir çok şampuan türü farklı şekillerde formüle edilir ve ticari olarak normal, kuru, yağlı, harap olmuş saçlar ve boyalı saçlar için formüle edilmiş olarak satılırlar. Yağlı saçlar için kullanılan şampuanlar eğer günlük olarak kullanılırsa saçta kurumaya yol açarlar. Yine şampuanlar içindeki maddelere karşı irriten veya allerjik dermatitlerin gelişmesi mümkündür.

2. Saç Boyaları: Tedrici renklendirme yapan saç boyalarının kontak dermatit yapma özelliği azdır ancak sert, kırılgan, cansız saça neden olduklarından zararlı olabilirler. Ayrıca saçta kalan metal artıkları kalıcı boya ve perma solüsyonunun uygulamasını zorlaştırır. Böyle bir uygulamada yapılırsa saçın kırılmasına neden olur.
Yarı kalıcı boyaların saç şaftında oluşturdukları hasar azdır ancak içerdikleri boya nedeniyle kontak allerjik dermatit yapabilirler.
Kalıcı boya uygulamalrı iki türlü olabilir. Daha koyu bir renk isteniyorsa tek bir işlem yapılır. Ancak daha açık renge boyama isteniyorsa iki aşamalı bir süreç yaşanır. Önce mevcut saçın soldurulması gereklidir. Soldurma işlemi için hidrojen peroksit yada amonyak kullanılır. Bu esnada saç kırılgan, kırışmaya müsait ve cansız bir görünüm alır. Saç şaftına oldukça zarar veren bu işlem sonucunda saç gövdesinden %?.3 oranında ağırlık kaybı olur ve böylece saç zayıflar ve kırılabilir hale gelir.

Saçı şekillendirmek için, saçın taranması, fırçalanması, jel, sprey, köpük sürülmesi gibi işlemler yapılmaktadır. Saçın arka bölgeye sıkı bir şekilde toplanması yada kıvırarak saçın düzleştirme çabası ile sıkça taranması travmatik alopesi denen bir durumu ortaya çıkarabilir.

Yuvarlak fırça alopesisi bu tür fırçaların sık ver sert biçimde uygulanması ile ortaya çıkar. Burada mevcut bir anomali sonucu zaten kırılgan olan bir saçta kuvvetlı fırçalamalar saça zarar vererek fırça alopesisini oluştururlar.

Masaj alopesisi: Saçlı deriye ilaçların masaj yoluyla uygulanması sonucu oluşur.

Saçı şekillendiren sprey, jel, parlatıcı gibi maddelerin aşırı kullanımı saç şaftında şişliklere yol açan ve boncuk saç diye tanımlanan bır durum yaratabilir.

Travmayla birleşince kuru, cansız ve kırılmaya müsait saçlar oluşabilmektedir. Burada özellikle polyvinylpyrrolidone, vinil asetat ve sertleştirici polymerler suçlanmaktadırlar.

Tedavisi:

1. Uygun bir şampuan önerilir. Kimyasal işleme tabi olmuş saç kuru, statik elektriklenmeye daha müsaittir. Sağlıklı, düzgün görünen bir saçta nem, nemi tutan ve saçın temel yapısını oluşturan protein en üst düzeydedir be bu özellik saçın mekanik travmaya karşı koymasını sağlar. Bu tarz kimyasal travmaya uğramış saçlarda dimethicone içeren şampuanlar kullanılmalıdır.

2. Fizik yada kimyasal zarar görmüş saç süratle bu etkilerden uzaklaştırılmalı, kalıcı perma, fırçalama, tarama gibi işlemler en aza indirilmelidir. Sıkı saç tokaları ve bantları kullanılmamalı. Bigudi ve benzer şeylerle yatmamalı, saçlar taranırken künt uçlu ve çok sert olmayan fırçalar kullanılmamalıdır. Saçlar mümkün olduğunca kısa ve düz tutulmalıdır.

İlaçlara Bağlı Saç Dökülmeleri :
Pek çok ilaç saç büyümesi üzerine baskılayıcı tarzda etki yapabilir. Saç folikülleri yüksek oranda kan alan bölgelerdir. Vücuda giren herhangi bir ilaç kan yoluyla saç köküne gelir. Eğer ilaç uzun süre alınır ve yoğun bir biçimde saç köküne gelirse tüm saçlar dökülebilir(diffuz alopesi).

1. Kanser ilaçları,

2. Yanlışlıkla yada intihar amacıyla alınan talyum,

3. A vitamini fazla alınımı,

4. Sentetik ağızdan alınan retinoidler,

5. Heparin,

6. Flucunazole,

7. Doğum kontrol hapları

en sık saç dökülmesi yapan ilaçlardır.

A. Androjenler

1. Danozol

B. Antifungaller

1. Flukonazol

2. Itrakonazol

C. Antihipertansifler

1. ACE inhibitörleri

2. potasyum tiosiyanad

D. Antiinflamatuarlar

1. Proksikam

2. tenoksikam

3. ibuprofen

4. naproksen

E. Antikoagülanlar

1. Kumarin

2. heparin

3. heparinoidler

F. Antikolesterolemikler

1. Klobifrat

2. gemfibrozil

G. Antikonvülzanlar

1. Dilantin

2. karbamezapin

3. valporik asit

4. trimetadion

H. Antineoplazikler

1. Altretamin

2. amsakrin

3. bleomisin

4. karboplatin

5. siklofosfamid

6. sisplatin

7. sitoksan

8. sitarabin

9. daktinomisin

10. daunorubisin

11. dakarbazin

12. doksetaksel

13. etoposid

14. gemsitabin

15. gahapentin

I. Antitrioid ajanlar

1. Tiourasil

2. karbimazol

3. tiosiyanat

4. iodin

J. Antülserler

1. Simetidin

2. ranitidin

3. famodin

4. omeprazol

K. Antiviraller

1. Lamivudin

2. zidovudin

L. ß-blokerler

1. Propranolol

2. atenolol

3. metapronol

4. limolol

M. Psikotroplar

1. Amfetamin

2. antidepresanlar

3. diksirazin

4. lityum

5. tranilsiprimin

6. flurobutirofenon

N. Retinoidler

1. İzotretionin

2. etretinat

3. asitretin

O. Diğer

1. Talyum

2. bizmut

3. boratlar

4. bromokriptin

5. gentamisin

6. kolşisin

7. levo dopa

8. minoksidil

9. iv immünglobulin

10. oral kontraseptifler

.Diffüz alopesi yapan ilaçlar

İlaçlara bağlı saç dökülmeleri genellikle geri dönüşümlüdür

Sivilce (akne) ilaçları

TERCİH EDİLEN İLAÇLAR
• Özellikle haifi derecedeki sivilcelerde deriye uygulanan krem ve losyonlar en iyisidir.
• Benzoyl peroxide % 5 kuru cilde gece yatarken sürülür.
• Retinoik asid % 0,025 oranlarındaki konsantrasyonlardan başlayarak gece yatarken kuru cilde sürülür. Jel formu da (Retinojel % 0,025, % 0.05)0 vardır ve oldukça kurutucudur. Başlangıç aşamasında lezyonların artmasına neden olur.
• Kislik lezyonlara eritromisin yada Klindamisin % 2 solüsyon uygulanması
• Tetrasıklin 250 mg günde dört defa 7-10 gün kullanılması ve dozun en düşük etkin doza kadar azaltılması.


DİĞER NOTLAR
• Akne (Sivilce), genellikle hasta için, doktora ifade ettiğinden daha ciddi bir sorundur
• Akne (Sivilce) zamanla geriler.

C vitamini ve faydaları – yararları nelerdir ? – Eksikliğinde görülen rahatsızlıklar ? – Hangi yiyeceklerde bulunur ?

C vitamininin başlıca rolü doku bağlarını tutan ana protein maddesi olan kollageni üretmek ve bağışıklık sistemi, sinir sistemi, hormonlar ve besinlerin emilimi fonksiyonlarına (E vitamini ve demir gibi) destek olmaktır.

Göz merceği ve akciğer gibi yapılarda antioksidan olarak çalışır. C vitamini ayrıca antioksidan yapıda olan E vitaminine dönüşebilir.

Yüksek dozda alınması halinde ne gibi yararlar getireceği yolunda çalışmalar sürmekle birlikte, beta karoten gibi, antioksidan etki nedeniyle, kanser, kalp-damar hastalıkları ve katarakta yakalanma ihtimalini azalttığı belirlenmiştir. Ayrıca, soğuk algınlığı gibi hastalıklara karşı da direnci arttırmaktadır.

C vitamini eksikliği:


Eksikliğinde oluşan en ağır durum skorbüt hastalığıdır. Bunun dışında diş eti kanamaları ve çekilmeler, enfeksiyonlara karşı dayanıksızlık ve zor iyileşme, deride küçük kanamalar, halsizlik ve iştahsızlık görülen diğer belirtilerdir.

Eksikliğin artması durumunda burun kanamaları, ağız içinde yaralar, diş kayıpları, eklem şişmeleri, kemik ağrıları ve nefes darlığı görülmektedir.

Çocuklarda büyümenin yavaşlaması, enfeksiyonlara karşı vücut direncinin azalması ve sık mikrobik hastalıkların gelişmeye başlaması gibi bir çok sağlık sorununun C vitamini ile ilişkili olduğu düşünülmektedir.

C Vitamini hangi yiyeceklerde bulunur: Kuşburnu, muz, taze sebze, maydanoz, kabak, soğan, domates, lahana, ıspanak, kıvırcık, biber

Hurmanın faydaları

Vücudun yaşlanma belirtilerini azaltıyor. Kansızlığa iyi gelip, karaciğeri kuvvetlendiriyor… Özellikle hacıların ve umreye gelenlerin yoğun ilgi gösterdiği Medine hurması, önümüzdeki ay ağaçlarından taze olarak toplanacak. Medinede Türk iş adamı Zeki Yetimin “Vadi Buthan” adlı hurma bahçesinde taze hurmaların toplanması için hazırlıklar sürüyor. 300 hurma ağacının bulunduğu bahçede, birbirinden lezzetli onlarca hurma toplanarak pazara sürülecek. İş adamı Zeki Yetim, hurmanın bir çok faydası olduğunu bildirdi. HURMANIN FAYDALARI Ramazan sofralarının meyvesi olarak bilinen hurma, her zaman tüketilmesi gereken bir yiyecek olarak tanınıyor. Hurma, şeker oranı yüksek olmasına karşın, kilo aldırmayan bir yapıya sahip. Özellikle suda çözünebilir lif içeriği yüksek olması hurmanın sindirim sistemi rahatsızlıklarını kabızlık, gaz vb önlemeye ve gidermeye yardımcı olduğu ve günlük yaşamın getirdiği yorgunluktan kurtulmak için de yararlı bir meyve olarak biliniyor. Zeki Yetim hurmanın yararlarına ilişkin şunları söyledi: Hurma protein içeriyor. Protein, yağ ve karbonhidrat üçünü bir arada içeren tek meyvedir. Vücudun yaşlanma belirtilerini azaltır. Saf hurma cildi besler, hamilelik ve güneş lekelerini yok eder. İçerdiği demir sayesinde, kansızlığa iyi gelir. B1, B2 vitaminlerinin bir arada bulunmasından ötürü karaciğeri kuvvetlendirir. Boğaz ağrısına, öksürüğe iye gelir. Kansere ve kalp damar hastalıklarına karşı koruyucudur. İçerdiği bol fosfor ve kalsiyum ile kemik hastalıklarına karşı koruyucu özellik taşır. Şeker hastaları için çok yararlı bir besindir. Hurma, zihni ve sinir sistemini dinlendirici özelliğe de sahiptir. Hurma çekirdeği karın şişliklerine ve bağırsak gazlarına ve toksinlere karşı kullanılıyor. Çekirdeği parçalanarak su ile iyice kaynatılıp içilirse, böbrek ve safra taşları olan hastalara şifa veriyor. HURMA TÜRLERİ İş adamı Zeki Yetim, Hurmanın çok çeşidi vardır. Fakat bunlardan bir kısmı çarşı ve pazarlarda meşhur olmuş müşterilerin beğenisini kazanmıştır. Özellikle, hurma Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Mısır ve Irakta yetişiyor dedi.

Bel Fıtığı ve Boyun Fıtığı Tedavisi için Şifalı Bitkiler – Bitkisel Çözüm

Bel fıtığı nasıl geçer, boyun fıtığı nasıl geçer, bel fıtığına ne iyi gelir, boyun fıtığına ne iyi gelir, bel fıtığı için bitkisel çözüm, boyun fıtığı için bitkisel çözüm.

Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu bel ve boyun fıtığı için kırkkilit bitkisi kürünü tavsiye ediyor.


Tarifi: Bel ve boyun fıtığı için 1 su bardağı suya 2-3 yemek kaşığı kırkkilit (atkuyruğu ) bitkisi koyarak 5 dakika kaynatın.

Bel veya boyun fıtığı olan bölgeye dıştan ılık olarak kompres yapın.

Trigliserid nedir? Nasıl düzenlenir?

TRİGLİSERİD NEDİR?

Yağ ve yağ içeren tereyağ, margarin, mısır özü, canola yağı tamamıyla trigliserid formatındadır.Vücut hücrelerimizde yağlar tigliserid formatında depolanır. Her gün yediğimiz yiyeceklerin içinde mutlaka trigiserid formatında yiyecekler mevcuttur.

Trigliserid vücudumuzda karaciğerde bir kaç yolla işlem görür.
1-Eğer çok fazla doymuş yağ (katı yağ) yediysek, karaciğer daha fazla kollestrol üretir ve kan içindeki kolestrol değeri de yükselir.
2-Eğer çok fazla kalori aldıysak karaciğer bunu trigliseride dönüştürür ve yağ olarak depolar.
3-Eğer çok fazla alkol alıyorsak, karaciğer daha fazla trigliserid üretir ve kandaki trigliserid oranı artar.

YÜKSEK TRİGLİSERİD BİR SAĞLIK PROBLEMİDİR?
Kanda yüksek trigliserid uzun dönemde diğer risk faktörlerini de beraberinde getirir, en önemli risk faktörünü de kalp krizinde görürüz. Risk faktörleri fiziksel aktivite sıklığımız, kandaki trigliserid seviyemiz, yüksek kan kolestrolümüz, genetik fakörler, sigara alışkanlığı, yüksek tansiyon ve şişmanlıkla artış gösterir.

TRİGLİSERİD NE ZAMAN ÖLÇÜLMELİ?
Trigliserid seviyemiz total kolestrol seviyemizle ilgili ölçülebildiği gibi, aşağıdaki faktörlerde de önem taşır:

Yüksek total kolestrol,
Kalp krizine kesin neden olacak iki faktöre sahip kişiler örneğin sigara içen ve şişman olanlar,
Diabet, yüksek tansiyon, şişmanlık, kronik böbrek yetmezliği, dolaşım bozukluğu gibi sağlık sorunlarında ,


Kan trigliserid seviyemiz yediğimiz öğün içeriğiyle de ilgilidir. İçilen ilaçlar, hormon tedavisi, diet, menstrasyon dönemi, gün içinde yapılan yoğun egzersiz ölçümün sonucunu etkiliyebilir. Alkol ve ilaç kullanımı trigliserid seviyesini etkiler.

NORMAL TRİGLİSERİD SEVİYESİ NEDİR?
Normal Trigliserid seviyesi 50-200 mg arasında olmalıdır. Normal trigliserid seviyesi genellikle normal kolestrol seviyesiyle paralel gider. Yüksek trigliserid seviyesine sahip kişilerde kalp krizi riski diğer hastalık risklerinden daha yüksektir.

NE KADAR YAĞ TÜKETİLMELİDİR?
Kalori miktarına göre almamız gereken yağ miktarı

1.200 cal. 40 gm
1.500 cal. 50 gm
1.800 cal. 60 gm
2.000 cal. 65 gm
2.200 cal. 70 gm
2.500 cal. 80 gm

KAN TRİGLİSERİD SEVİYESİ NASIL DÜZENLENEBİLİR?
Özellikle düşük yağ seviyesi olan yiyecekler seçilmelidir. Haftada en fazla 2-3 yumurta yenmelidir. Bu ürün tüketildiği zaman posalı yiyecekler kullanılmalıdır.
Boyumuza göre normal kilomuza gelmemiz gerekir. Hızlı verilen kilolarda trigliserid seviyesinin ayarlanması gerekir.
Fiziksel aktivitenizi arttırın. Fiziksel aktivitedeki artış trigliserid seviyemizin düşmesine neden olur.
Sigara içmeyin.

Kene – Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi Hastalığı – Kene Isırığı

Son yıllarda daha sıkça duyulmaya başlayan, bahar-yaz dönemlerinde artış gösteren ve ağırlıklı olarak keneler aracılığıyla bulaşan virütik bir hastalıktır. İlk olarak 1944 yılında Kırım’da, sonra 1956 yılında Kongo’da tanımlanmış ve sonra aynı hastalık olduğu anlaşılmıştır.

Keneler, kan emerek beslendikleri için hemen tüm yabani ve evcil hayvanların (inek, koyun, köpek, kemiriciler, yerde beslenen kuşlar vb.) üzerinde bulunabilir ve bu hayvanlardan insana geçebilirler. Ayrıca, çalılık ve yeşil, yüksek otlu alanlarda bulunan keneler, beslenmek için doğrudan insanlara da geçip ısırabilirler. Bu nedenle daha çok kırsal bölgelerde ve hayvancılıkla uğraşan kişilerde görülmekle birlikte kentsel alanlardaki uygun ortamlarda da bulunabilirler.

Virüs ile bulaşmış keneler, kan emişini tamamladıktan sonra ayrılırken bir sıvı salgılarlar. Virüs genellikle bu sıvı ile bulaşır. Kan emdikleri ve virüsü bulaştırdıkları tüm canlılar hasta olabilir fakat hastalık genellikle hayvanlarda hafif ve bulgusuz seyreder. Bu nedenle daha az görülmekle birlikte hasta hayvanların salgıları ve kanları aracılığıyla da hastalık bulaşabilir.

Kenelerin kan emişi genellikle uzun bir süreçtir. Sinekler gibi hemen sokup kısa sürede kan emişini bırakmazlar. Kan emmeye başlayan kene, ağız kısmındaki hortumunu cilt içine sokar ve doyuncaya kadar çıkartmaz. Bu hortum, geri çıkışı engellemek için çıkıntılar içerdiğinden kolay çıkmaz. Bu nedenle keneyi çıkartmak için zorlamamak gerekir. Çok zorlandığında sıvıyı erken salgılayıp virüsü bulaştırabilir veya boru kısmı koparak cilt içinde kalabilir. Ayrıca, zorlama kenenin patlayarak enfekte sıvı ve kanının cildimizdeki çiziklerden ya da gözümüze sıçrayarak bulaşmasına yol açabilir. Bu nedenle vücuda yapışık kene görüldüğünde bir cımbızla ağız kısmından tutularak yavaşça sağa-sola oynatılıp bir vida gibi çıkartılmaya çalışmalı ya da bir sağlık kurumuna başvurularak çıkartılması sağlanmalıdır.

Hastalık oluşması ve bulguları:
Hastalık genellikle kene ısırığı ile virüsün bulaşmasından 1-3 gün sonra ortaya çıkar. Bu süre en fazla 9 güne kadar uzayabilir. Hasta hayvanın kan ve vücut sıvıları bulaşmış ise bu durumda hastalığın ortaya çıkışı 13 güne kadar uzayabilmektedir.


Ateş, kırıklık, baş ağrısı, halsizlik, aşırı duyarlılık, kol, bacak ve sırtta şiddetli ağrı ve belirgin iştahsızlık bulguları ile başlar. Bazen kusma, karın ağrısı ve ishal olabilir.
İlk günlerde yüz ve göğüste küçük cilt altı kanamaları, gözlerde kızarıklık, gövde, kol ve bacaklarda bir yere çarpmış gibi cilt altı kanamalar oluşabilir.
Burun kanaması, kanlı kusma, kanlı dışkılama, kanlı idrar görülebilir. Vajinal kanamaya da rastlanabilir.
Ağır olgularda hepatit, karaciğer, böbrek, akciğer yetmezlikleri oluşabilir.

Tedavi: Diğer çoğu virüs hastalıklarında olduğu gibi bu hastalığın da doğrudan bir tedavisi ve etkili bir ilacı olmayıp daha çok destek tedavisi ve bulguları gidermeye yönelik tedaviler ve bazı antivirütik ilaçlar uygulanmaktadır.
Erken dönemde başlanılan destek tedavi daha başarılı sonuç vermektedir. Geç başlanılan tedavi ve ağır seyredebilen hastalık öldürücü olabilmektedir.
Hastalığa karşı aşı çalışması yürütülmekle birlikte henüz koruyucu bir aşı geliştirilememiştir.

Korunma:
Hastalık, kenelerin sokması sonrası salgıladıkları sıvıyla, kenelerin çıkartılırken ezilmesi sonucu çıkan sıvı ve kanıyla veya kene sokması sonucu virüsü alıp hasta olmuş hayvanların kan ve salgıları ile bulaşabilmektedir. Bu nedenle:
Mera ve meskenlerde yerleşik keneler kan emerek beslenirler. Hayvanları kenelerden uzak tutarak kenelerin yayılmaları engellenmelidir.

Yeşil ve piknik alanlarına gidildiğinde (su kenarları, otlaklar, çalılık ve yüksek otlu alanlar) uzun giysiler giymeli, bacakları açıkta bırakmamalı, paçalar çorap içine konulup kenenin vücuda ulaşması zorlaştırılmalıdır. Dönüşte tüm vücut kontrol edilip yapışık kene olup olmadığına bakılmalıdır.

Yeşil alanlara giderken böcek kaçırıcı sıvı ve jeller cilde sürülebilir veya giysilere emdirilebilir. Bu maddelerin az da olsa sağlık
sakıncaları olduğu dikkate alınmalıdır. Hayvan besliyorsanız hayvanlarınızı dolaştırırken onlara da bu sıvılardan sürebilirsiniz.
Vücuda yapışık kene tespit edildiğinde keneyi çıkartmak için fazla zorlamamalı, halk arasında yaygın olduğu şekliyle sigara veya kibritle yakma, kenenin üzerine kolonya, alkol veya diğer kimyasal maddeler uygulanmamalıdır. Bu maddeler kenenin daha erken aşamada kusmasına ve enfekte sıvıyı vücudumuza salgılamasına neden olabilir.

Vücuda yapışık kene tespit edildiğinde eldiven takarak ve bir cımbız ile kene vücuda yapışık ağız kısmından tutularak yavaşça sağa-sola sallanarak bir vida gibi çıkartılmalı veya bir sağlık kurumuna başvurularak çıkartılması sağlanmalıdır.
Hasta kişiler ile temasta vücut sıvıları aracılığıyla bulaşma olabileceği unutulmamalıdır.

Artık piknik yapmak da riskli hale geldi.
Kenelerle karşılaşmamanız dileğiyle,

Vücudumuzun bölümleri ve iç organlarımız nelerdir?



Dolaşım Bozukluğunun Belirtileri Nelerdir?

Eğer kan vücutta tek bir bölgede sıkışırsa dolaşım bozukluğu ortaya çıkabilir. Bu sorun genellikle el ve bacaklarda daha sık gözlemlenir. Bunun yanı sıra dolaşım sorunları tedavi edilmemesi halinde kalp ve beyin gibi önemli organları da etkileyebilir. Periferal arter rahatsızlığı ve periferal vasküler rahatsızlık dolaşım bozukluğunun neden olduğu önemli hastalıklardır. Bu rahatsızlık da oldukça ciddidir ve tedavi gerektirir. Periferal vasküler rahatsızlık beyin ve kalp çevresindeki kan damarlarının daralması sonucu gözlemlenen bir rahatsızlıktır. Bu sorun ilerleyen zamanlarda kan akışını zayıflatır.

Kan dolaşımı bozukluğunun belirtileri arasında el ve ayaklarda üşüme, baldır kaslarında kramplar, ayaklarda şişme ve ağrı ve yorgunluk, varis oluşumu, cilt renginde açılma ve enfeksiyonlarda yavaş iyileşme yer almaktadır. Eğer dolaşım bozukluğununuz olduğunu düşünüyorsanız bir doktora gidip muayene olmanız oldukça önemlidir. Uygulanacak bazı fiziksel testler,MR, röntgen gibi testlerden sonra hastaya teşhis konur. Tedavi edilmediği taktirde rahatsızlık kan pıhtılaşmaları, demans ve kalp krizi gibi ciddi sorunlara neden olabilir. Diyabet, yüksek kolesterol ve yüksek kan basıncı gibi bazı rahatsızlıklar dolaşım bozukluklarına neden olabilir.


Rahatsızlığın erken teşhisi tedavide oldukça büyük bir adımdır. Doktorunuz ile sorunlarınızı tartıştıktan sonra size bazı tedavi yöntemleri önerilir. Tedavi tavsiyelerinin birçoğu yaşam tarzı değişikliklerini içerir. Bu değişiklikler arasında düzenli beslenme, düzenli egzersiz ve sigarayı bırakma yer almaktadır. Diyabet hastaları çoğu zaman dolaşım sorunları ile karşı karşıya kalırlar. Bu durumu kontrol altında almanın en önemli yöntemi kan şekeri seviyesinin düzenli olarak gözlemlenmesidir. Eğer yüksek kan basıncı veya yüksek kolesterol sorununuz varsa kan akışını geliştirmeye yardımcı bazı ilaçlardan faydalanabilirsiniz.

Dolaşım sorunları yukarıda da belirtildiği gibi kalp ve beyin gibi önemli organları etkileyebilir. Beynimiz kan dolaşımının %20’sini almaktadır. Kan akışı herhangi bir nedenden dolayı düşüş gösterirse bu durum hafıza kaybı ve zihinsel bulanıklık gibi sorunlara yol açabilir. Baş ağrıları ve baş dönmeleri de kan dolaşımı bozukluklarının arasında yer almaktadır. Eğer kan dolaşımı sorunları kalbi etkilerde göğüs ağrıları, yüksek kan basıncı, kolesterol seviyesinde artış gibi belirtiler gözlemlenebilir.

Böbreklerdeki dolaşım bozuklukları iştahınızı etkileyebilir ve ani kolo kayıplarına neden olabilir. Eğer el, ayak ve ayak bileklerinizde şişmeler varsa bu böbreklerdeki dolaşım bozukluklarının belirtisi olabilir. Daha önce de belirtildiği gibi dolaşım sorunları el ve ayakları önemli ölçüde etkiler. Bu durumun nedeni el ve ayaklara giden kan dolaşımının azalmasıdır. Kan dolaşımı bozukluklukları aynı zamanda üreme organlarını da etkileyebilir. Kişi kendisini oldukça yorgun hissedebilir ve libidoda azalma gözlemlenebilir.

ALTINOTU ( ALTIN ÇİÇEK ) Altın çilek faydaları yararları zararları nelerdir

ALTINOTU ( ALTIN ÇİÇEK ) :
Ölmezçiçek ve güveotu da denilebilen isimleridir. Flavonlar ,reçine, kumarin ve acı madde ile bir miktar da uçucu yağ içermektedir.Altın çilek otunun faydaları saymakla bitmez. Binbirçeşidi vardır.
Faydalarından bahsetmek gerekirse ;
- İdrar söktürücü özelliği vardır.
- Mide suyunu, safra ve pankreas suyunu arttırır.
- İdrar yolu taşlarını düşürür ve idrar yolu iltihaplarına karşı faydalıdır.
- Mesane ve prostat iltihaplanmasına da iyi gelmektedir.
- Tokluk hissi vermektedir.
- Basura faydası vardır.
- Eklem ağrılarını azaltmaktadır.
- Romatizmaya karşı etkisi çoktur.
- Eskiden kanlı basur ve dizanteriye karşı da kullanılmış olan bir bitkidir.
- Kılcan damarların yapısının korunması için de çok yararlı olan bitki. Böylece kılcal damarların yırtılmasını ve kanamasını önlemektedir.
- Düşük tansiyona yararlıdır.
- Egzamaya karşı faydası vardır.
- Kulak çınlaması ve kulağın ağır işitmesine karşı da etkilidir.
- Cinsel iktidarsızlığa da faydalıdır.
- Adet sancılarını azaltıp rahim iltihabını da söker.
- İshali kesmektedir.
- Astıma faydası vardır.
- Ülsere de etkilidir.
Nasıl kullanmanız gerektiğinden bahsedecek olursak ;
1 çorba kıyılmış bitki 400 gr kaynar su da çay gibi demleyiniz. Yemeklerden yarım saat önce günde 3’er defa için.

Bıldırcın Yumurtasının Faydaları Yararları Zararları Nelerdir?

Tavuk yumurtası ile kıyaslandığında bir hayli yüksek besin değerlerine sahip olan bıldırcın yumurtası toplumumuz tarafından fazla tüketilmeyen bir gıdadır. Tartı hesabı 5 bıldırcın yumurtası 1 tane tavuk yumurtasına bedelken, oysaki faydaları neredeyse onu eşsiz kılmaktadır.

Bıldırcın yumurtasını piyasada uygun fiyata rahatlıkla temin edip, tavuk yumurtası ile pişirilen bütün yemekleri yapabilirsiniz. Bunun yanı sıra yaygın kullanım, bir bıldırcın yumurtası su bardağına kırılır, üzerine bir kaşık bal katılır ve üstü süt ile tamamlanarak da kullanılması şeklindedir.

Makalemizde bıldırcın yumurtasının faydaları ile ilgili bilinmeyenleri sizler için araştırdık.

İÇERİK

Tavuk yumurtasına oranla 5 kat daha fazla fosfor, 8 kat demir, 9 kat protein içermektedir. Bunlara ilaveten 6 kat fazla B1, 15 kat fazla B2 vitamini, 9 kat fazla protein ihtiva ediyor.

FAYDALARI NELERDİR?


Uzmanlar özellikle süt ve balla karıştırıldığında astım, öksürük ve alerjiye şifa olmaktadır. Tabi bir antibiyotiktir.
Üst solunum yolları enfeksiyonları uzmanlık alanına girmektedir.
Cinsel gücü artırır. ( afrodizyak )
İnsana güç ve zindelik verir.
Çocuklar için vitamin kapsülleri değerindedir. Bedensel ve zihinsel gelişime yardımcı olur.
Çocukların bağışıklık sistemini güçlendirdiği ve iştahlarını artırdığı belirlenmiştir.
Protein açlığının giderilmesine birebirdir.
Ameliyat sonrası iyileşmeyi hızlandırır.

Bıldırcın yumurtasının bulunabiliyorsa, özellikle astım için doğal olanları tercih edilmelidir. Doğal yumurtayı yapan bıldırcın özgürdür. Özgür olduğu için de doğadan astımın ilacı olan ot ve tohumları severek tüketmektedir. Halbuki, üretilen bıldırcınlar, yemle beslenmekte olup hür değildirler.

ÖNEMLİ NOT

Bebeklerde, çocuklarda kullanıldığı gibi kullanılmamalıdır. Yani, bebeğiniz en az 3-4 yaşına gelene kadar vermemelisiniz. Bunun sebepleri şunlardır;
Bebeğin böbrekleri erişkinler gibi çalışmadığı için böbrekleri yormaktadır.
Tavuk yumurtasına göre daha yoğun olduğu için, 2 kat daha fazla alerji etkisi yapabilir. Halbuki, bebeğinin bağışıklık sistemi yeteri kadar gelişmemiştir.

öksürük için adaçayı – İbrahim Saraçoğlu

Adaçayının içeriğindeki salvin, carnosol asiti ve cirsimaritin antibiyotik özelliği taşıyan etkin maddelerdendir.

Adaçayının içinde bulunan önemli bir eterik yağ da, cineol’dür. Cineol, öksürüğü önleyici bir maddedir. Kısacası, adaçayı hem doğal bir antibiyotik hem de doğal bir öksürük önleyicidir.

Adaçayının içeriğinde bulunan doğal antibiyotik özelliği taşıyan etkin maddeler suda çözünebilen maddelerdir. Suda çözünme özellikleri taşıdıkları için, alkolle tentürleri yapılmadan doğrudan sıcak suda demleyerek kullanma imkânı sağlamaktadır.


Ağız gargaralarının çoğu bir miktar alkol kullanılarak hazırlanmak zorundadadır. Çünkü bir çok bitkinin içeriğindeki doğal antibiyotik özelliği taşıyan etkin maddeler suda çözünmedikleri için, su ile hazırlanmaları durumunda etkili olamamaktadırlar.

Adaçayının içeriğindeki doğal antibiyotik özellikli etkin maddeler suda çok kolay çözünme özelliği gösterdikleri için, hem yetişkinler hem de çocuklar için, sıcak suda demleyerek (kısık ateşte kaynatarak) gargara olarak hazırlanmasına imkân sağlamaktadır.

Bağışıklık Sistemi İçin Vitamin Takviyeleri

Bağışıklık sistemine yardımcı olan birçok vitamin takviyesi vardır. Bu takviyeler bağışıklık sistemini destekleyerek vücudun hastalıklar ile daha etkili bir biçimde savaşmasını sağlar. İşte bazı vitaminler ve vücut üzerindeki etkileri:

E vitamini: E vitamini oldukça güçlü bir antioksidandır ve bağışıklık sistemini güçlendirir. E vitamini yok olan hücrelerin yapını arttırır. Ayrıca E vitamini, bağışıklık hücrelerinin üretimini sağlar. Yaşlanmanın etkilerini de yok etmeye yardımcı olan E vitamini günlük olarak 100-400 mg olarak tüketilmektedir. Alkol ve sigara içen kişilerin sağlıklı kişilere oranla bu vitamini daha fazla tüketmeleri gerekir. Düzenli E vitamini tüketimi kardiyovasküler rahatsızlıkların riskini azaltır.


C vitamini: Oldukça güçlü bir antioksidan olan C vitamini meyve ve sebzeler ile alınabilir. Vücudun savunma mekanizmasını güçlendiren C vitamini bağışıklık sistemindeki beyaz hücrelerin üretimini arttırır. E vitamini gibi C vitamini de kardiyovasküler rahatsızlıkların riskini düşürür ve kolesterol seviyesini düşürerek kalp krizi riskini azaltır. Ayrıca C vitamini göğüs kanseri ve prostat problemleri gibi rahatsızlıklara yakalanma riskinde azalır.

D vitamini: D vitamini takviyeleri genellikle fazla güneş ışığı almayan yerlerde yaşayan kişiler tarafından alınır. Bağışıklık sistemini güçlendiren D vitamini soğuk algınlığı ve grip gibi rahatsızlıklara iyi gelir. D vitamini takviyeleri oldukça uygun fiyatlıdır ve bu nedenle düzenli olarak güneş görmeyen kişiler tarafından düzenli olarak alınmalıdır.

B vitamini: B vitamini takviyeleri bazı antikorların üretimini ve beyaz hücrelerin üretimini arttırarak bağışıklık sistemine yardımcı olur.

A vitamini: Bağışıklık sistemini güçlendiren A vitamini beyaz hücre üretimine yardımcı olur ve vücuttaki mikrop, bakteri ve virüslerin atılmasına yardımcı olur

K vitamini ve faydaları – yararları nelerdir ? – Eksikliğinde görülen rahatsızlıklar ? – Hangi yiyeceklerde bulunur ?

K Vitamini: Kan pıhtılaşması için önemli rolü vardır. Bazı araştırmalar özellikle yaşlılarda kemikleri güçlendirdiğini göstermektedir. Kanser oluşma riskini azaltmaktadır.Kemik metabolizmasını düzenleyici etkisi vardır.


K vitamini eksikliği: K vitamini özellikle pıhtılaşma için oldukça gerekli bir vitamindir. Eksikliği diş etinde kanamalar, yaralar, burun kanamaları gibi şikâyetler yaratabilir.

Kilo Verdiren 7 Gıda

Son araştırmalara göre bazı meyve, sebze, tahıl ve süt ürünleri besin değerleri yüksek gıdalar olarak karşımıza çıkıyor. Eğer zayıflamak istiyorsanız kilo verdirmeye yardımcı bu gıdaları sofranızdan eksik etmeyin.



Karpuz: Karpuzda hem A ve C vitamini gibi antioksidanlar hem de kanser, kalp hastalığı ve görme bozukluğu riskini azaltan likopen maddesi bulunur. Aynı zamanda bir kap doğranmış karpuz sadece 50 kalori içerir.

Avokado: Avokado hem salatalarda hem de sandviçlerde kullanılabilir. Kalp dostu doymamış yağ içeren ve kolesterol seviyesini düşürmeye yardımcı olan meyve mayoneze alternatif olarak tüketilebilir. Orta büyüklükteki bir avokado 260 kalori içerir.


Tatlı patates: Orta büyüklükteki bir patates günlük A vitamini ihtiyacınızı karşılar ve 150 kalori içerir.

Alabalık: Ton Balığı, göl alası ve uskumrunun yanı sıra alabalık da kalp hastalıkları riskini azaltan Omega-3 içerir. Yaklaşık 115 gramlık bir alabalık 160 kalori içerir.

Ahududu: Zengin bir B ve C vitamini, lif ve flavanoid kaynağı olan ahududun bir kabı sadece 60 kalori içerir.

Soğan: Bir kap doğranmış soğanda sadece 60 kalori vardır. Antioksidan içeren ve iltihap sökücü özelliği bulunan soğan kanser de dahil olmak üzere bir çok hastalığa iyi gelmektedir.

Yoğurt: Bir kabında 150 kalori bulunan yoğurt benzersiz bir protein kaynağıdır.

Kalori nedir?

Kalori enerjidir, bu enerji yiyeceklerin yakılması ile açığa çıkar. Yiyeceklerin kalori miktarını ölçen ve kalorimetre adı verilen alet, bir su tankı ve onun içine batırılmış, yüksek basınçlı oksijen bağlantısı olan çelik bir kaptan oluşan basit bir düzenektir.

Kalorisi ölçülecek yiyecek çelik kaba konulur, oksijen verilerek tutuşturulur. Yanma bitince kabı çevreleyen sudaki ısı yükselmesi ölçülür. Derece olarak ısı yükselme miktarı ile kilogram olarak suyun ağırlığı çarpılınca sonuç doğrudan (gıda uzmanlarının kullandığı) kalori miktarını verir.

İnsanlar bu şekilde yiyeceklerin kalori miktarlarını ölçerken bir şeyin farkına vardılar. Hangi yiyeceğin içinde olurlarsa olsunlar bütün protein türlerinin bir gramları aynı miktarda kalori veriyorlardı. Aynı şeyler yağlar ve hidrokarbonlar için de geçerliydi. Protein ve karbonhidratların her bir gramı 4, yağların ise 9 kalori içeriyordu.

Bu yüzden yiyecekleri tek tek yakarak kalori miktarlarını ölçmeyi bıraktılar. Bir yiyecekte kaç gram yağ, protein ve karbonhidrat olduğu biliniyorsa iş kolaydı. Protein ve karbonhidrat gramajlarını 4, yağınkini ise 9 ile çarparak yiyeceğin toplam kalori miktarı bulunabiliyordu.

Yine de kalorimetre ile insan vücudu arasında küçük bir fark vardır. Kalorimetrede yiyeceğin tümü yakılır. Vücutta ise yağın yüzde 2’si, karbonhidratın yüzde 5′i, proteinin de yüzde 8′i sindirilip parçalanmadan yani enerjiye dönüşmeden vücuttan çıkar gider. Hassas değerlendirmelerde bu farkı hesaba katmak gerekir.

Bilimsel olarak kalori; 1 gram suyun ısısını 1 derece yükseltmek için gerekli enerji miktarıdır. Gıda ve fizik dalı ile uğraşanlar arasında enerjinin birimi ile ilgili garip bir anlaşmazlık vardır. Gıda uzmanlarının 1 kalori dedikleri değer aslında bilimsel olarak 1.000 kalori yani 1 kilokalori ‘ dir.

Vücudun ihtiyacı olan kalori miktarı, söz konusu kimsenin yaptığı işle ilgilidir. Sözgelimi, yaklaşık olarak 50 kiloluk bir kimsenin her gün için 1680 kaloriye ihtiyata vardır. Fakat bu durum, tam bir dinlenmeyle geçirilen gün içindir. Eğer masa başı işi gibi yorucu olmayan bir şeyde çalışıyorsa, vücudun kalori ihtiyacı her gün için 3360 kaloriye çıkar. Ağır işte çalışıyorsa, vücudun sağlıklı ve gerektiği gibi çalışması 6720 kalori ihtiyacı doğurur.

Susamlı güneş losyonu nedir nasıl yapılır?

Susamlı güneş losyonu

Malzemeler:

1/4 çay fincanı lanolin

1/2 çay fincanı susamyağı

1/4 çay fincanı damıtılmış su


Hazırlanışı: Lanolini bir kaseye koyduktan sonra içinde kaynar su bulunan bir kaba oturtarak benmari usulü ile eritin. Lanolin eridikten sonra ocaktan indirerek susam yağı ve su ile iyice karıştırın. Bu losyonu buzdolabında saklayabilirsiniz.

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Burun Ameliyatı

Burun ameliyatı dıştan görünür bir iz bırakmadan içten yapılır. Yanlız burun deliklerini küçültmek için yapılan ameliyatlarda, dıştan dikiş yapılır. Çok geniş olan burun deliğini düzeltmek için kulaktan, kalçadan veya kaburgalar dan alınmış bir kemik parçası veya plastik bir kemik kullanılır. Buruna biçim ve rirken, yeni biçimin yüz yapısına uymasına dikkat edilmelidir. Ameliyattan son ra iki gün pansuman yapılır, sekiz ilâ on gün kadar şişlik görülebilir. Burnun ke­sin biçimini alması aylar sürer. -Çene : Geriye doğru kaçık çeneli insanların genellikle burnu da iri olur; böylece dengesiz bir profil ortaya çıkar. Bu durumda hem burnu hem çeneyi birden ameliyat ettirmek doğru olur. Çeneyi da ha çıkık yapmak için çene bölgesine bir kemik veya kıkırdak aşılanır, böylece yüz biçimi tamamen değişir. Çok sivri çeneler ve çene kemiklerinin biçimleri de ameliyatla düzeltilebilir. İnsanı çift çeneli gibi gösteren çene altındaki yağ birikimi de ameliyatla alınarak giderilebilir ama yerinde belirsiz de olsa bir dikiş izi kalır

Selülit Nasıl Önlenir?


Selülit yetişkin kadınların bir takıntısıdır. Zaten bu yaşlarda selülit en belirgin hale gelir. Oysa selülit yeni yetmelikten başlayan uzun bir sürecin sonucudur. Önlemenin en iyi yolu ise tedbirli olmaktır.
Selülit bir çok faktörden kaynaklanır: Genetik, hormonal, dolaşımsal, besinsel ve psikolojik… Ama en Önemli faktör daima hormonaldir. Fazla ostrojen salgılanması veya salgılanması normal düzeyde bile olsa ostrojene aşırı duyarlılık neden olabilir. Bu son bahsedilenler yağ hücrelerinde (adipokist) miktar ve boyutlarını arttırırlar.
Kadınsı tipte olanların, yani kalça ve baldırlarından şişmanlama eğilimi gösterenlerde yağ hücrelerinin şişmesi daha çok görülür.
Selülitin oluşum şeması basittir: Ostrojen faliyetiyle, adipokistler (yağ kabarcıkları) hacimlerini arttırıp damarları sıkıştırırlar. Böylece dolaşımda bozukluklar başlar.
Derideki çatlamalar kalınlaşır (böylece meşhur portakal kabuğu görüntüsü olur), hücrelerin artıklarından kolayca kurtulamaz, hücredeki suda hareketleri bozulur, sinir ağları baskıya uğrar. (Bu da ağrılara yol açabilir)
Destek sağlayıcı bağ dokuları sertleşir ve yağ depolarını dört bir taraftan kapatır.
Selülitten sorumlu olan hormonları sayarken araya ensülini de koymak gerekir (Bu kitabın başından beri anlattığı gibi ensülin de sorumlusu seçilen yiyeceklerdir).
Stres durumunda ise böbrek üstü bezlerinden kortikoid salgılanır ve bu da selülit riski doğurur.
Alınacak ilk tedbir, bu kitapta anlatılan ilkeleri uygulayarak beslenme suçları işlemeyi önlemektir.
Eğer kişinin ergenlik sonrasında dolaşım bozuklukları varsa, bacakları şişme eğilimi gösteriyorsa, çok sıcak banyodan ve uzun süre güneş banyosu yapmaktan sakınmalıdır. Damarlardaki dolaşım bozukluğu için bir doktora baş vurma yerinde olur.
Ayrıca çok sıkı kıyafetler de kan dolaşımını engeller (Sıkı jeanlar, çoraplar gibi).
Selülitin kötü etkilerine ve yerleşmişliğine karşı savaş ta spor faaliyetleri yardımcı olur. Çünkü kaslar yeterince gelişmedikçe, yağ yastıkcıkları için yeterli yer kalır.
Son olarak belirtelim ki, stresinizle başa çıkmayı öğrenmek için hiç bir zaman geç kalmış sayılmazsınız. Yoga ve sofroloji gibi teknikler size stresinizle başa çıkmanızda yardımcı olabilirler

Güzel bir cilde nasıl sahip olursunuz?


Saçların, tırnakların ve cildin durumu genellikle sağlığınızın bir yansımasıdır. Donuk bir cilt, yağlı saçlar, kırık, beyaz lekeli tırnaklar organizmada yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun habercisidir. Tüm bu sayılanlar, çoğunlukla dengesiz beslenmeden, vitamin, aligo-element, mineral tuzlan, amino asitler ve gerekli yağların eksikliğini gösterir.
A ve E vitaminleri ciltte en Önemli rolü oynarlar.
- B5 vitamini saçın kökünü nemlendirir ve kuvvetlendirir. – Bg vitamini saçların aşırı yağlanmasını ve dökülmesini engeller.
- Çinko ise, sebum salgısını dengeler (akne durumunda( sebum fazla salgılanır) ve saçın kalitesini arttırır.
Hergün kullandığımız kozmetik ürünlerinde mikrobesinler vardır ama en akıllı ve emin yol, besinsel değeri yüksek yiyeceklerle bu maddeleri vücudumuzdan almamızdır.
Bu tamamlayıcı “elementleri hap şeklinde sentezlenmiş halde almak iyi bir çözüm değildir çünkü bu formdayken bu maddelerin bağırsaklar tarafından emilmeleri az olur. Onun yerine, besin değerleri çok zengin olan şu iki doğal gıdayı öneririz: Buğday filizi ve bira mayası.
Ergenlik döneminde ortaya çıkan akne (sivilce) sebumun fazla salgılanmasından kaynaklanır ve kızarıklık ve iltihaplanma ile daha karmaşık hale gelir.
Bunun da yiyeceklerle bir ilişkisi vardır. Yüzü gözü sivilce içindeki gençler içinde yüzde 70 kakaolu çikolatayı yiyebilirler. Ama aşırı yorgunluk, uykusuzluk, sigara cildi, ciddi olarak bozduğundan kaçınılması gereken durumlardır.

Vücudunuzdaki Yağ Hacminin Ölçümü

Günümüzde vücuttaki yağ hacmini tamı tamına ölçen bir yöntem vardır. Bunun için elektro kardiyograma benzeyen bir araca bağlanır ve ekranda su, kas ve yağ kitlelerinizi görebilirsiniz. Bu araç kişinin yağ hacmini ve zayıflama aşamalarında yağ kitlesinin değişimini tamı tamına ölçer. Maalesef günümüzde beslenme alanında çalışan çok az doktor bu aracı kullanmaktadır. Ancak bu araç yağ kitlelerinin organizmanın coğrafyası içindeki dağılımını tanımlayamaz. Bu durumda, ’scanner’a baş vurulabilir ya da daha kolayı vücudun ölçümü bel ve kalçalardan alınabilir. Bel ve kalça ölçümü 0.85′ten az ol­malıdır.

Akupunkturun Tarihçesi


Çin’de iğne ve ısı anlamına gelen “Chen-chin” ile adlandırılan bu tedavi yöntemi, Batı’da akus (iğne) ve punctura (batırmak) sözcükleri birleştirilerek, “akupunktur” olarak adlandırılmıştır.

Tradisyonel Çin Tıbbı (TCM), yaklaşık 3000 yıllık bir süre içerisinde gelişmiştir. II. Shang Hanedanı dönemine ait arkeolojik kazılarda tıbbi konuların anlatıldığı taşlar ve akupunktur iğneleri bulunmuştur. Noktaların yerleşimini gösteren şemalar ilk olarak İ.S. 317-581 yılları arasında çizilmiştir. Avrupa’da ise akupunktur ile ilgili ilk kitapların yazılması 1600’lü yıllara rastlar.

1972’de ABD Başkanı Richard Nixon beraberindeki büyük bir heyet ile Çin’e resmi bir ziyaret yapmıştır. Bu ziyaret programı içinde Çinli doktorlar Amerikalı heyete “akupunktur anestezisi altında yapılan cerrahi bir operasyon” izletmişlerdir. Bu olaydan sonra, akupunkturun Batı’da popülaritesi artmış; uygulanması ve incelenmesi bütün dünyada yaygınlık kazanmıştır.

Akupunkturun Felsefesi


Batı düşüncesi olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendirir. Çin düşüncesine göre ise, çeşitli olgular bir bütünlüğün parçasıdır ve birbirleriyle ilişki içindedir.

Düşünce temelindeki bu farklılıklar, tıbbi uygulamada da kendini gösterir. Batı tıbbı analitiktir; derin nedensel bağlantılara girer, ayrıntılı sınıflamalar yapar. Çin tıbbında ise, semptomlar ve bulgular hep birlikte değerlendirilerek toparlanır ve bir bütüne varılmaya çalışılır. Çin tıbbına göre hastalık belirli bir zamanda, belirli bir kişide ortaya çıkan bir olgudur. Hastalık değil, hasta ön planda değerlendirilir. Buna göre, Tradisyonel Çin Tıbbı’nda mental (zihinsel), emosyonel (duygusal) ve fiziksel bulgular birlikte ele alınır.

Vücutta Yin ve Yang adı verilen birbirine zıt, ancak uyum içinde iki eneji vardır. Bunu gösteren ambleme Taiji (Büyük İkilem) denir. Siyah Yin’i, beyaz Yang’ı simgeler. Ancak, Yin’in içinde Yang, Yang’ın içinde de Yin vardır. Yin ve Yang’ın dengelenmesi normalliğe, dengenin bozulması anormalliğe yol açar. Dengesiz Yin ve Yang, denge arayışı içerisinde sürekli kendilerini değiştirirler. Bu dengenin sağlanması için doktor iğneler ile, ilgili akupunktur noktalarını uyararak hastayı tedavi eder.

Akapunktur nedir ?


Klasik Çin tıbbında insan yaşayan evrenin bir parçası olarak kabul edilir ve herşeyin içinde varolan evrensel gücün insanın da içinde bulunduğuna inanılır. “Chi” adı verilen bu enerji insan vücudunda “meridyen” denilen kanallarda dolaşır. Akupunktur yöntemi ile bu kanallarda meydana gelen enerji dolaşım engelini ortadan kaldırarak dengeyi sağlamak ve bu şekilde hastalığı önlemek amaçlanır.

İnsan vücudunun kendi kendini onarım gücü çok yüksektir. Vücudumuzda bu gücü harekete geçiren belli uyarı noktaları vardır ki, bunlara “akupunktur noktaları” denir. Bu noktalar uyarılarak vücudumuzdaki enerji dolaşımı normale döndürülür ve hastalık hali ortadan kaldırılır. Böylece organizma ilaç tedavisine gerek kalmadan, kendi olanaklarıyla hastalığın ortadan kalkmasını sağlar. Hastalığın belirtilerine değil, nedenine yönelik bir tedavi metodudur.

Hipokrat canlıların kendi kendilerine iyi olma kudretlerinden ve iç hekimden bahseder. Paracelcus, “Hiçbir hayat sadece dış hekimin çabalarıyla varolamaz; dış hekim, iç hekime yardımcı olabilir.” der.

Akupunktur organizmanın kendi kendini tedavi ettiği bir metottur ve en önemli özelliği yan etkisinin olmamasıdır. Bu tedavi metodunu üç ana başlık altında toplayabiliriz:


Çeşitli hastalıkların tedavisi
Analjezi-anestezi
Alışkanlık tedavisi
Özellikle Uzakdoğu ülkelerinde kullanılan ilaçsız tedavi yöntemi akupunktur, Türkiye’de de hızla yaygınlaşmaktadır. Üniversitelerde ders olarak okutulan akupunktur, alternatif tıp olarak değerlendirilmemelidir; binlerce yıllık geçmişiyle akupunktur tıbbın kendisidir.

Akapunktur Felsefesi
Batı düşüncesi olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendirir. Çin düşüncesine göre ise, çeşitli olgular bir bütünlüğün parçasıdır ve birbirleriyle ilişki içindedir.

Düşünce temelindeki bu farklılıklar, tıbbi uygulamada da kendini gösterir. Batı tıbbı analitiktir; derin nedensel bağlantılara girer, ayrıntılı sınıflamalar yapar. Çin tıbbında ise, semptomlar ve bulgular hep birlikte değerlendirilerek toparlanır ve bir bütüne varılmaya çalışılır. Çin tıbbına göre hastalık belirli bir zamanda, belirli bir kişide ortaya çıkan bir olgudur. Hastalık değil, hasta ön planda değerlendirilir. Buna göre, Tradisyonel Çin Tıbbı’nda mental (zihinsel), emosyonel (duygusal) ve fiziksel bulgular birlikte ele alınır.

Vücutta Yin ve Yang adı verilen birbirine zıt, ancak uyum içinde iki eneji vardır. Bunu gösteren ambleme Taiji (Büyük İkilem) denir. Siyah Yin’i, beyaz Yang’ı simgeler. Ancak, Yin’in içinde Yang, Yang’ın içinde de Yin vardır. Yin ve Yang’ın dengelenmesi normalliğe, dengenin bozulması anormalliğe yol açar. Dengesiz Yin ve Yang, denge arayışı içerisinde sürekli kendilerini değiştirirler. Bu dengenin sağlanması için doktor iğneler ile, ilgili akupunktur noktalarını uyararak hastayı tedavi eder.

Akapunktur Tarihçesi
Çin’de iğne ve ısı anlamına gelen “Chen-chin” ile adlandırılan bu tedavi yöntemi, Batı’da akus (iğne) ve punctura (batırmak) sözcükleri birleştirilerek, “akupunktur” olarak adlandırılmıştır.

Tradisyonel Çin Tıbbı (TCM), yaklaşık 3000 yıllık bir süre içerisinde gelişmiştir. II. Shang Hanedanı dönemine ait arkeolojik kazılarda tıbbi konuların anlatıldığı taşlar ve akupunktur iğneleri bulunmuştur. Noktaların yerleşimini gösteren şemalar ilk olarak İ.S. 317-581 yılları arasında çizilmiştir. Avrupa’da ise akupunktur ile ilgili ilk kitapların yazılması 1600’lü yıllara rastlar.

1972’de ABD Başkanı Richard Nixon beraberindeki büyük bir heyet ile Çin’e resmi bir ziyaret yapmıştır. Bu ziyaret programı içinde Çinli doktorlar Amerikalı heyete “akupunktur anestezisi altında yapılan cerrahi bir operasyon” izletmişlerdir. Bu olaydan sonra, akupunkturun Batı’da popülaritesi artmış; uygulanması ve incelenmesi bütün dünyada yaygınlık kazanmıştır.

Uyarı noktaları Ve Uyguluma
Uyarı noktaları
İnsan vücudunun kendi kendini onarım gücü çok yüksektir ve bu gücü harekete geçiren belli uyarı noktaları vardır. İnsan vücudunda bin kadar uyarı noktası vardır ve bu noktalardan 650-700 tanesi kullanılır. Her hastalık için ayrı program ve ayrı noktalar bulunmaktadır. Önemli olan doğru bir teşhisle, hangi noktaya nasıl bir uyarı yapılacağıdır (lazer, iğne ya da hangi iğne); bu çok iyi bilinmelidir. Akupunktur tedavisinde sırt, boyun, el, kulak ve vücudun diğer bölümleri kullanılır. Birçok hastalığa ilişkin en çok uyarı noktasının bulunduğu uzuvlar ise eller ve kulaklardır.

İnsan vücudundaki belirli akupunktur noktalarına iğneler sayesinde yapılan uyarılarla organizmanın hemen her yerine ulaşabilecek haberler iletilmektedir. Bu iletişim, akupunktur noktasını oluşturan hücrelerden lokal hücresel uyarıların sinir terminallerine ve son olarak da beyne ulaşır. Beyin de bu uyaranı gerekli organlara ulaştırır ve ilgili organ ve uzuvlardaki enerji dengesi düzelir. Dolayısıyla hastalık da ortadan kalkmış olur.

Lazerle akupunktur
Lazer bir ışıktır. Bildiğimiz, kullandığımız ışığın konsantre edilmiş hali olduğu söylenebilir. Bazı hastalıkların tedavisinde ya da kimi zaman hastanın tercihi doğrultusunda iğne yerine lazer kullanılmakta, iğne batırılarak uyarı yapılacak noktaya lazerle uyarı verilmektedir. Özellikle ameliyatlar ve kazalar sonrası kalan izlere karşı lazerle akupunktur son derece etkili sonuçlar vermektedir. Ayrıca, çocukların tedavisinde iğneye alternatif olmaktadır.

Nasıl iğne ?
Eskiden Çinliler sivri taş parçaları kullanmaktaydı. Bangkok’ta ise bu amaçla bambu kamışının kullanıldığı biliniyor. Akupunktur yöntemi ile tedavide önceleri altın kullanılmıştır. Altının elektirik potansiyel farkını alışı ve düzeltişi çok önemlidir. Bu yüzden altınla tedavi uygulanan hasta çok daha kolay ve çabuk iyileşme göstermektedir. Ancak bütün bu olumlu özelliklerine karşın altının oldukça pahalı ve yumuşak bir madde olması dolayısıyla akupunktur sırasında vücuda uygulanması, gereken noktalara batırılması zor olmaktadır. Buna bir çözüm yolu bulmak amacıyla, altını iğne haline getirirken içine bazı metaller konmuştur. Altının pozitif bir etkisi vardır. Gümüş de çok iyi bir akupunktur iğnesi olmasına rağmen, biraz negatifliğe yönelik bir özellik göstermektedir. Günümüzde ise, dünyada altın ya da gümüş iğne kullanılmamaktadır. Elektriği altın kadar iyi ileten standart bir çeliğin üretilmesi ile bütün dünyada bu yeni metal kullanılmaya başlanmıştır.

Akapunkturda Kulağın Önemi
Kulakta bedenin hemen hemen her uzvuyla ilgili bir akupunktur noktası bulmaktadır. Örneğin, insanın bağırsağı, kalbi, karaciğeri ile ilgili noktalar kulağında mevcuttur. Bu yüzden akupunktur tedavisinde vücutla beraber veya tek başına kulaktaki noktalar kullanılmaktadır. Öte yandan kulağın bu özelliği, hastalığın belirlenmesine, deteksiyona yardımcı olmaktadır.

Akapunktur ve zayıflama
Şişmanlık
Şişmanlık nedir ?
Dünyada şişmanlık
Neden kilo almak/vermek istediğimizde zorlanırız ?
Vücut-Kitle indeksi nedir ?
Akupunktur ve zayıflama
Akupunkturla neden daha kolay ve kalıcı zayıflanır ?

Şişmanlık (Obezite)
Şişmanlık, vücutta yağ dokusunun normalden fazla olmasıyla karakterize bir hastalıktır.

Şişman bir kişi ayrıntılı tetkiklerden geçirildiğinde, bazen hiçbir anormalliğe rastlanmayabilir. Bazen fiziksel olarak da bir belirti yoktur. Ancak, diğer yandan tip II şeker hastalığı tanısı konmuş hastaların % 60’ı şişmandır. Yine, vücuttaki yağ dokusunun artması ile, hormonal-metabolik hastalıkların ve kalp-damar hastalıklarının ortaya çıkması ya da ağırlaşması arasında doğrudan bir ilişki olduğu bilinmektedir.

Pekiyi, öyleyse neden gereğinden fazla besin tüketiriz? Şişmanladığımızı göre göre neden buna devam ederiz? Bu soruların yanıtları araştırılmış ve obez kişilerin yemek yeme konusunda daha çabuk uyarıldıkları, damak tatlarının daha gelişmiş olduğu, daha geç doydukları ve yemek yeme işinin günlük yaşamları içinde kafalarını daha fazla meşgul ettiği gözlenmiştir.

Genetik, metabolik, hormonal ve sinirsel birçok karmaşık sistem şişmanlığın oluşmasında rol oynar. Aile yapısı, beslenme alışkanlıkları, yaşam tarzı, psikolojik sorunlar bu karmaşık sistemin herhangi bir basamağında etkili olarak şişmanlığa giden yolu açar.

Obezite bir hastalık olduğu için, bir diyet uygulayıverip bırakmakla ortadan kaldırılamaz. Yeni beslenme alışkanlıkları ve yeni bir yaşam şekli gerektirir. Obezitenin de, şeker hastalığı ya da yüksek tansiyon gibi, yaşam boyu takip edilmesi gerekir.

Şişmanlık sıklığı dünyada gittikçe artmaktadır. Ortalama sıklık % 25 olarak verilmektedir; bu yüzdeye şişman olmayıp ideal kilosunun üzerinde olanlar da katılınca oran % 50’ye ulaşmaktadır.

Obezite sıklığının artmasının nedenleri:
- Sosyo-kültürel faktörler,
- Biyolojik faktörler,
- Davranışsal faktörler,
- Gıda çeşit ve alımının artması ve kolaylaşması,
- Alkol tüketiminin artması,
- Teknolojinin ilerlemesi ile günlük eneji tüketiminin azalması,
- Özellikle çocukluk çağında bilgisayar ve televizyon karşısında geçerilen zamanın artması ile yağlı ve katkılı yiyecek tüketiminin artması.

Yenilen besinler, vücudumuzda metabolik olaylar sonucunda yakılır ve bu yanmadan elde edilen ısı ve eneji, hayatsal fonksiyonların işlemesi için kullanılır. Metabolizma hızını, vücut kendisi ayarlar; Yani vücut az ya da çok enerji harcayabilme yeteneğine sahiptir. Ancak, harcanacak eneji miktarı vücudun alışık olduğu kilosunu korumaya yönelik olarak ayarlanmıştır. Bu nedenle kilo vermek amacıyla az kalori alındığında, metabolizma hızı düşer ve bünye kilo kaybetmemek için kendini korumaya çalışır. Vücudumuz, kendi alışık olduğu kilosunu koruma çabasındadır.
Diyet yapan birçok kişi çok az yedikleri halde, çok yavaş zayıfladıklarından yakınırlar ve çoğu zaman da sabredemeyerek diyete son verirler. Bundan sonra da eskisi gibi yemeye başlayınca, verilen kilolar çok daha hızlı bir şekilde geri alınır ve eski kiloya ulaşılınca kilo artışı durur.

Bunun benzeri bir durum kilo almak isteyenlerde de görülür; günlük gıda miktarlarının iki veya üç katını yeseler bile çok az kilo alabilirler.

Vücudun kilo vermeye gösterdiği bu direnç, insanoğlunun binlerce yıllık geçmişinde yaşadığı doğal afetler, savaşlar, hastalıklar nedeniyle aç kalmaktan ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki, 20. yüzyılın sonunda bile dünyada açlık çeken bölgeler vardır.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:
Kilo vermek için çok aceleci olmamak gerekir. Haftada 15 kg. verdiren mucize diyetler son derece sakıncalıdır ve bu derece hassas çalışan bir metabolizmayı bozmaktan başka işe yaramaz. Günlük 1000 kalori altındaki diyetler kalp kasında hasarlara neden olacak ölümlere yol açabilir. Haftada 0.5-1 kg. vermeyi sağlayan diyetler güvenli olduğu kadar, kalıcı sonuçlar da sağlar. Daha hızlı kilo vermek isteyenler, bunu biraz egzersiz yaparak gerçekleştirebilirler.

Pratikte şişmanlığın ölçümü için kullanılan çok basit iki yöntem vardır:
1. BMI (Beden Kitle İndeksi) = Vücut ağırlığı (kg.) / boy² (m²)
<19
zayıf

19-25
normal

25-30
fazla kilolu

30-40
şişman (obez)

>40
çok şişman (morbid obez)

2. Bel çevresi ölçümü:
Erkeklerde 102 cm., kadınlarda 88 cm. üzeri riskli görülmektedir.
Beden kitle indeksi ve bel çevresi ölçümü arttıkça, ortaya çıkacak tıbbi sorunların en önemlileri şunlardır:
- Kalp-damar hastalıkları
- Tip II şeker hastalığı
- Hipertansiyon
- Safra taşları oluşumu
- Karaciğer yağlanması
- Uyku ve solunum problemleri
- Eklemlerde dejeneratif değişiklikler; özellikle bel, diz, kalça gibi vücut yükünü taşıyan eklemlerde kireçlenme.

Akupunktur ve zayıflama
Bilindiği gibi akupunktur alışkanlık tedavilerinde kullanılır. Kilo verme de beslenme alışkanlıklarının ve yaşam tarzının değiştirilmesi ile mümkün olduğuna göre, bu yeni alışkanlıkların edinilmesi sırasında, akupunktur hastaya çok büyük kolaylıklar sağlar.

İştahı düzenler ve yemeklere saldırma güdüsünü ortadan kaldırır.
Mide asiditesi kontrol altına alınarak, mide kazınması, yanması gibi sorunlar engellenir.
Düşük kalorili beslenmeden dolayı yaşanabilecek halsizlik önlenir.
Metabolizma hızını düzenler. Akupunkturla tedavi gören hasta, kendi kendine yaptığı diyetlerden daha kolay kilo vermeyi başarır.
Akupunktur tedavisi sırasında, vücutta serotonin ve endorfin seviyeleri artmaktadır. Bu hormonlar diyet yapan kişiye huzur verir, sedasyon sağlar. Böylece diyet yapan kişi, eski yemek yeme zevkinin kısıtlanmasından dolayı huzursuzluk ve tedirginlik yaşamaz.
30-40 kg. fazlası olan hastaların tabii ki uzun bir zaman diyet yapmaları gerekir. Ancak, çoğu insanda böyle bir sabır olmadığı için, her pazartesi başlanan diyetler, her cumartesi sona erer. Böylece sık sık yapılan diyet denemeleri sonucu her geçen günkilo vermek daha da zorlaşır. İşte, bu gibi hastalarda akupunktur inanılmaz başarılar sağlar ve hasta 1 yıla kadar uzanan bir zaman diliminde onlarca kilo verebilir. Hastanın uzun süre diyete dayanabilmesinin nedeni, akupunkturun yarattığı sedatif ve trankilizan etkiden dolayıdır. Ayrıca hasta kilolarının eridiğini gördükçe daha çok motive olup, bu işe dört elle sarılmaktadır.

Akapunktur Ve Sigara Bırakma
Akupunkturla Sigara Bırakma Tedavisi
Akupunktur ile sigara nasıl bırakılabilir ?
Akupunktur ile kaç seansta sigara bırakılabilir ?
Akupunktur ile sigarayı bırakmada başarı oranı nedir ?
Sigarayı Neden Bırakalım ?
Sigara neden zararlı ?
Sigarayı bırakan bir insanın vücudunda ne gibi olumlu gelişmeler olur ?
Sigara içen bir kişiyi bırakmaya iten nedenler nelerdir ?
Sigarayı bırakma yolları nelerdir ?
Sigarayı bırakmak isteyenlerin yaşadığı tipik kaygı ve sorunlar nelerdir ?

Akupunktur ile sigara nasıl bırakılabilir ?
Yapmanız gereken tek şey sigarayı bırakmaya karar vermektir. Bu, insanın yaşamında alabileceği en önemli kararlardan biridir. Bu kararı verdikten sonra, akupunktur, size sigarayı bırakmanızda büyük kolaylık sağlayacaktır.

İnsanlarda serotonin ve endorfin adı verilen iki madde vardır. Bunlar beyinde bulunur ve rahatlık, hoşluk, keyif ve huzur gibi duygular ile ilgilidirler. Normalde insanlarda kahkaha atınca, mutlu bir haber alınca ya da çikolata veya güzel bir tatlı yiyince, bir yeriniz acıyınca serotonin ve endorfin düzeyi yükselir. Ancak sigara içenlerde serotonin – endorfin salgılama işini sigara üstlendiğinden vücut otonomisini kaybetmiştir. Hani keyiflenince de, dertlenince de sigara içilir ya, işte, açıklaması budur.

Sigarayı bırakanlarda ilk hafta beyin serotonin salgılama işini gerçekleştiremediğinden vücut oldukça zor anlar yaşar. Beyin ancak 72 saat sonra eski görevini yapmaya başlar.
Bu 72 saatlik süre içinde, hastanın yoksunluk belirtileri önlenirse, sigarayı bırakması çok kolaylaşır. Akupunktur ile tedavi, kişinin sigara içmemekten dolayı oluşabilecek şikayetleri ortadan kaldırır. Böylece sigara içmemeye karar vermiş olan kişi, bunu hiç zorlanmadan başarır; çünkü, akupunktur tedavisi beyni yeniden sigaraya gerek duymadan serotonin ve endorfin salgılaması için uyarır ve bundan sonra da beyin eski otonomisini kazanır.

Akupunktur ile kaç seansta sigara bırakılabilir?
Üç gün üst üste 20 dk.lık 3 seans tedavi uygulanır. Toplam 1 saat süren bir tedavidir. Böylece 72 saatlik en zor geçen dönemde vücut kontrol altındadır. Daha sonra hastanın bağımlılık derecesiyle bağlantılı olarak ek seanslar yapılabilir, ama genellikle buna gerek kalmaz. Tedavi süresince tek bir sigara bile içilmemesi ve nikotin preparatları kullanılmaması gerekir. Aksi halde, başladığımız noktaya geri döneriz.

Akupunktur tedavisi ile sigarayı bırakmada başarı oranı nedir?
%90 – 95 gibi yüksek bir başarı oranı vardır.

Sigara neden zararlı?
Tütün kullanımı yaklaşık 200 yıl öncesine kadar gidiyor. İlk zamanlarda tütünün sağlığa iyi geldiği düşünülüyordu. Sigaranın zararları 1950’li yıllara kadar çok fazla bilinmiyordu. Ancak, daha sonraki yıllarda yapılan araştırmalar, sigaranın insan sağlığına gerçekten zararlı olduğunu ortaya çıkardı. Sigara dumanında sağlık açısından zararlı yüzlerce (bu sayı abartılmamıştır) madde bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bunların en çok bilinenlerinden birkaç tanesi ; amonyak, terebentin, kadmiyum, insektisitler, naftalin, aseton, arsenik, formal, hidrojen siyanür, radon, polenyum, deterjanlar…
Bunların bir çoğu kanserojendir. Ayrıca tütün ve sigaranın sarıldığı kağıdın yanmasından dolayı açığa çıkan maddeler ve katran da yine konserojen maddeler arasındadır.
Kalıp – Damar sağlığı açısından özellikle tehlikeli olan maddeler ise nikotin ve karbonmonoksittir. Nikotin kalp artışlarını hızlandırır, tansiyonu yükseltir, kan pıhtılaşmasını arttırır. Yani kalbin yükünü ve oksijen ihtiyacını arttırır. Bütün yanma olaylarında açığa çıkan zehirli bir gaz olan karbonmonoksit ise, kandaki oksijen ile birleşerek kanda bulunan oksijen miktarını düşürür. Sonuç olarak nikotin nedeniyle oksijene gereksinimi artmış olan kalp, kanda yeterli oksijeni bulamaz ve işi çok daha zorlaşır.

Sigara kullanımı ile doğrudan ilişkisi olduğu kanıtlanmış hastalıkları şöyle sıralıyalım:
Ağız kanserleri, sindirim sistemi kanserleri, solunum sistemi kanserleri, akciğer hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları, ülser, mesane kanseri.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünyada 1 milyar 100 milyon insan sigara içiyor. Erkekleri %47si, kadınların %12’si sigara tiryakisi. Ayrıca, son yıllarda sigara içen kadınların sayısında nispeten daha fazla bir artış olduğu gözlemlenmektedir. Bu da dünyaya yeni gelecek nesillerin sağlığını direkt olarak etkileyecektir. Son rakamlara göre, dünyada yılda 3 milyon kişi sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle ölmektedir.
Şimdi hemen yeri gelmişken önemli bir konuya değinmek gerekiyor. Örneğin; akciğer kanserinin sigaraya bağlı olarak meydana geldiği heryerde söyleniyor. Fakat siz daha geçen ay akciğer kanserinden ölen bir tanıdığınızın hiç sigara içmediğini biliyorsunuz ve uzmanların biraz fazla abarttığını düşünüyorsunuz. Bunun açıklaması şöyle: Akciğer kanserinin 4 türü vardır; hatta bunların da alt grupları vardır. Bunların içinde sigara kullanımı ile doğrudan ilgili olanlar (%60) zaten en sık görülen kanser türleridir. Sigara ile ilgisi olmayan ise, çok daha az oranda görülen bir kanser türüdür.

İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre günde 20 sigara’dan fazla içenlerin %40’ı, daha emeklilik yaşına gelmeden ölmektedir. Oysa sigara içmeyenlerde bu oran %15’dir.

Bir de pasif içici kavramı var. Sigarayı içen kişi, eğer filtreli sigara içiyorsa, bu filtre bir miktar zararlı maddenin geçişini engelleyebilir. Halbuki sigaranın ucundan havaya karışan duman hiçbir süzgeçten geçmediği için daha tehlikelidir. Yani uzun süre bu dumana maruz kalan ve pasif içici denilen kişiler de tehlike altındadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, sigarayı içen kişi de havaya yayılan bu dumanı yine solumaktadır. Sigara içilen evlerdeki küçük çocuklarımız bronşit ve zatürre gibi solunum yolu hastalıklarına daha sık yakalanırlar. Pasif içici olduklarından akciğer kanseri açısından risk grubundadırlar ve ileride sigara içmeye daha çok eğimli olurlar.
Özellikle gelişmiş ülkelerde kamuoyuna yansıyan bu sonuçlar ve alınan tedbirler sonucunda sigara kullanımı %50 ye varan oranlarda azaltılmıştır. ABD, İngiltere, Kanada bu konuda başarılı ülkeler arasındadır.

Öte yandan, aynı zamanda sigara üreticisi olan bu ülkeler, gelişmekte olan ülkelerde edindikleri pazarlarını büyütme çabası içindedirler.

Sigarayı bırakan bir insanın vücudunda ne gibi olumlu gelişmeler olur ?
20 dk sonra tansiyon ve nabız normale döner.
8 saat sonra vücut kendini yenilemeye başlar. Kan oksijeni normal düzeye çıkar.
24 saat sonra kalp krizi riski azalmaya başlar. 1 yıl sonra yarıya düşer.
48 saat sonra duyu organları iyi çalışmaya başlar. Tat ve koku duyusu düzelir. Cilt kendini yeniler.
72 saat sonra Akciğer kapasitesi artar, solunum rahatlar.
2 hafta sonra efor kapasitesi artar (Yürüme, merdiven çıkma…).
1-9 ay içinde akciğer hücreleri yenilenir. Akciğer hastalıkları (zatürre gibi) riski azaltır. Öksürük, nefes darlığı düzelir.
5 yıl sonra ağız, boğaz, yemek borusu kanserleri riski %50 azalır.
Pankreas, mesane, rahim kanseri riski azalır.
Sindirim sistemi ülseri riski azalır.
Sigara gebelikten önce ya da gebeliğin ilk 3 ayında bırakılırsa erken doğum riski ve düşük doğum kilolu bebek doğurma riski, içmeyenlerdeki düzeye iner.
Koroner kalp hastalığı riski sigaranın bırakılmasından 15 yıl sonra sigara içmeyenlerin düzeyine iner.
Aynı evde yaşayan küçük cocuklar ve bebeklerin, solunum yolu hastalıklarına yakalanma riski azalır.

Sigara içen bir kişiyi bırakmaya iten nedenler nelerdir ?
Sigaraya bağlı bir hastalığın ortaya çıkması.
Fiyatın pahalı gelmesi.
Sigaranın zararları hakkındaki yayınlar.
Çevresi tarafından bırakmaya yönelik teşvik, kınama.
Kapalı yerlerde sigara içiminin yasaklanması.

Gelişmiş ülkelerde sigaranın zararları hakkındaki yazılar, sigaranın fiyatı, kınama ve yasaklamalar etkili olmaktadır; ancak, bizim insanımızı bir hastalığın ortaya çıkması daha çok etkilemektedir. Örneğin, kalp krizi geçirmiş veya by-pass ameliyatı olmuş hastaların sigarayı bırakma oranları yüksektir ve başarılıdır.

Sigarayı bırakma yolları nelerdir ?
Akupunktur,
Grup Terapisi,
Hipnoz,
Kişisel çaba ile bırakma,
Farmokolojik tedavi.

Sigarayı bırakmak isteyenlerin yaşadıkları tipik kaygı ve sorunlar nelerdir ?
Sigarayı azaltmak mı, tamamen bırakmak mı? Yoksunluk belirtilerinin daha uzun sürmesine neden olur. Çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlanır. Sigara miktarı yine arttırılır.

Ara ara sigara içmek: Vücuda tekrar nikotin etkisini hatırlatır. Zamanla düzenli olarak içmeye dönüşür. Halbuki sigara içilmemesine alışmak daha kolaydır.

Çevre baskısı: Sigarayı bırakanların çoğu çevresi tarafından adeta tekrar içmeye zorlanır. Bu, sigara içenlerin bir kişiyi daha kaybetmelerinden kaynaklanan ilginç bir psikolojik durumdur. Ancak kısa bir zaman içinde arkadaşlarınız da sigara içmediğinizi kabullenip sizi rahat bırakacaklardır.

Katran ve nikotin düzeyi düşük (light) sigara içmek: Bu durumda genellikle günlük sigara adedi arttırılarak eski nikotin düzeyi tutturulmaya çalışılır. Zaten “tehlikesiz sigara” yoktur.

Sorumluluğu başkasına yıkmak: Çoğu kişi sevdiği birisi onu desteklemezse sigarayy bırakmaktan kaçar. Hatta deneyip de başarısız olursa başkasını suçlar. Oysa sigarayı bırakmak öncelikle kişisel bir sorundur, mutlaka kendinize güvenmeyi başarmalısınız.

Şişmanlama korkusu: Gerçekte sigarayı bırakanların sadece 1/3’ü kilo alır ve bu fark gerçekte 3-4 kg. kadardır. Bundan daha fazla alınan kilolar kendine güvensizlikten kaynaklanan, sigarayı elde ve ağızda tutmak alışkanlığının yerini alan, abur cubur atıştırma alışkanlığıdır. Oysa, gerçekte sigarayı bırakmaktan dolayı ilk günlerde açılan iştah, kısa bir süre sonra normale döner.
Yoksunluk belirtileri: Şiddetli nikotin arayışı, gerginlik, kızgınlık, huzursuzluk, sinirlilik, uyku kalitesinin bozulması, iştah artışı ve benzeri belirtiler olabilir. Bu belirtiler geçicidir ve vücudun kendini onardığını gösterir. Örneğin, öksürük ve balgam artışı, solunum yollarındaki titrek tüylerin zehirli maddeleri atmak için görevlerini yerine getirmeye başlamasından kaynaklanır. Yoksunluk belirtileri sigara bırakanların 2/3’ünde görülür. Belirtiler, ilk 72 saat içinde şiddetlidir. 7-10 gün içinde azalarak ortadan kalkar.