7 Mayıs 2011 Cumartesi

Burun Ameliyatı

Burun ameliyatı dıştan görünür bir iz bırakmadan içten yapılır. Yanlız burun deliklerini küçültmek için yapılan ameliyatlarda, dıştan dikiş yapılır. Çok geniş olan burun deliğini düzeltmek için kulaktan, kalçadan veya kaburgalar dan alınmış bir kemik parçası veya plastik bir kemik kullanılır. Buruna biçim ve rirken, yeni biçimin yüz yapısına uymasına dikkat edilmelidir. Ameliyattan son ra iki gün pansuman yapılır, sekiz ilâ on gün kadar şişlik görülebilir. Burnun ke­sin biçimini alması aylar sürer. -Çene : Geriye doğru kaçık çeneli insanların genellikle burnu da iri olur; böylece dengesiz bir profil ortaya çıkar. Bu durumda hem burnu hem çeneyi birden ameliyat ettirmek doğru olur. Çeneyi da ha çıkık yapmak için çene bölgesine bir kemik veya kıkırdak aşılanır, böylece yüz biçimi tamamen değişir. Çok sivri çeneler ve çene kemiklerinin biçimleri de ameliyatla düzeltilebilir. İnsanı çift çeneli gibi gösteren çene altındaki yağ birikimi de ameliyatla alınarak giderilebilir ama yerinde belirsiz de olsa bir dikiş izi kalır

Selülit Nasıl Önlenir?


Selülit yetişkin kadınların bir takıntısıdır. Zaten bu yaşlarda selülit en belirgin hale gelir. Oysa selülit yeni yetmelikten başlayan uzun bir sürecin sonucudur. Önlemenin en iyi yolu ise tedbirli olmaktır.
Selülit bir çok faktörden kaynaklanır: Genetik, hormonal, dolaşımsal, besinsel ve psikolojik… Ama en Önemli faktör daima hormonaldir. Fazla ostrojen salgılanması veya salgılanması normal düzeyde bile olsa ostrojene aşırı duyarlılık neden olabilir. Bu son bahsedilenler yağ hücrelerinde (adipokist) miktar ve boyutlarını arttırırlar.
Kadınsı tipte olanların, yani kalça ve baldırlarından şişmanlama eğilimi gösterenlerde yağ hücrelerinin şişmesi daha çok görülür.
Selülitin oluşum şeması basittir: Ostrojen faliyetiyle, adipokistler (yağ kabarcıkları) hacimlerini arttırıp damarları sıkıştırırlar. Böylece dolaşımda bozukluklar başlar.
Derideki çatlamalar kalınlaşır (böylece meşhur portakal kabuğu görüntüsü olur), hücrelerin artıklarından kolayca kurtulamaz, hücredeki suda hareketleri bozulur, sinir ağları baskıya uğrar. (Bu da ağrılara yol açabilir)
Destek sağlayıcı bağ dokuları sertleşir ve yağ depolarını dört bir taraftan kapatır.
Selülitten sorumlu olan hormonları sayarken araya ensülini de koymak gerekir (Bu kitabın başından beri anlattığı gibi ensülin de sorumlusu seçilen yiyeceklerdir).
Stres durumunda ise böbrek üstü bezlerinden kortikoid salgılanır ve bu da selülit riski doğurur.
Alınacak ilk tedbir, bu kitapta anlatılan ilkeleri uygulayarak beslenme suçları işlemeyi önlemektir.
Eğer kişinin ergenlik sonrasında dolaşım bozuklukları varsa, bacakları şişme eğilimi gösteriyorsa, çok sıcak banyodan ve uzun süre güneş banyosu yapmaktan sakınmalıdır. Damarlardaki dolaşım bozukluğu için bir doktora baş vurma yerinde olur.
Ayrıca çok sıkı kıyafetler de kan dolaşımını engeller (Sıkı jeanlar, çoraplar gibi).
Selülitin kötü etkilerine ve yerleşmişliğine karşı savaş ta spor faaliyetleri yardımcı olur. Çünkü kaslar yeterince gelişmedikçe, yağ yastıkcıkları için yeterli yer kalır.
Son olarak belirtelim ki, stresinizle başa çıkmayı öğrenmek için hiç bir zaman geç kalmış sayılmazsınız. Yoga ve sofroloji gibi teknikler size stresinizle başa çıkmanızda yardımcı olabilirler

Güzel bir cilde nasıl sahip olursunuz?


Saçların, tırnakların ve cildin durumu genellikle sağlığınızın bir yansımasıdır. Donuk bir cilt, yağlı saçlar, kırık, beyaz lekeli tırnaklar organizmada yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun habercisidir. Tüm bu sayılanlar, çoğunlukla dengesiz beslenmeden, vitamin, aligo-element, mineral tuzlan, amino asitler ve gerekli yağların eksikliğini gösterir.
A ve E vitaminleri ciltte en Önemli rolü oynarlar.
- B5 vitamini saçın kökünü nemlendirir ve kuvvetlendirir. – Bg vitamini saçların aşırı yağlanmasını ve dökülmesini engeller.
- Çinko ise, sebum salgısını dengeler (akne durumunda( sebum fazla salgılanır) ve saçın kalitesini arttırır.
Hergün kullandığımız kozmetik ürünlerinde mikrobesinler vardır ama en akıllı ve emin yol, besinsel değeri yüksek yiyeceklerle bu maddeleri vücudumuzdan almamızdır.
Bu tamamlayıcı “elementleri hap şeklinde sentezlenmiş halde almak iyi bir çözüm değildir çünkü bu formdayken bu maddelerin bağırsaklar tarafından emilmeleri az olur. Onun yerine, besin değerleri çok zengin olan şu iki doğal gıdayı öneririz: Buğday filizi ve bira mayası.
Ergenlik döneminde ortaya çıkan akne (sivilce) sebumun fazla salgılanmasından kaynaklanır ve kızarıklık ve iltihaplanma ile daha karmaşık hale gelir.
Bunun da yiyeceklerle bir ilişkisi vardır. Yüzü gözü sivilce içindeki gençler içinde yüzde 70 kakaolu çikolatayı yiyebilirler. Ama aşırı yorgunluk, uykusuzluk, sigara cildi, ciddi olarak bozduğundan kaçınılması gereken durumlardır.

Vücudunuzdaki Yağ Hacminin Ölçümü

Günümüzde vücuttaki yağ hacmini tamı tamına ölçen bir yöntem vardır. Bunun için elektro kardiyograma benzeyen bir araca bağlanır ve ekranda su, kas ve yağ kitlelerinizi görebilirsiniz. Bu araç kişinin yağ hacmini ve zayıflama aşamalarında yağ kitlesinin değişimini tamı tamına ölçer. Maalesef günümüzde beslenme alanında çalışan çok az doktor bu aracı kullanmaktadır. Ancak bu araç yağ kitlelerinin organizmanın coğrafyası içindeki dağılımını tanımlayamaz. Bu durumda, ’scanner’a baş vurulabilir ya da daha kolayı vücudun ölçümü bel ve kalçalardan alınabilir. Bel ve kalça ölçümü 0.85′ten az ol­malıdır.

Akupunkturun Tarihçesi


Çin’de iğne ve ısı anlamına gelen “Chen-chin” ile adlandırılan bu tedavi yöntemi, Batı’da akus (iğne) ve punctura (batırmak) sözcükleri birleştirilerek, “akupunktur” olarak adlandırılmıştır.

Tradisyonel Çin Tıbbı (TCM), yaklaşık 3000 yıllık bir süre içerisinde gelişmiştir. II. Shang Hanedanı dönemine ait arkeolojik kazılarda tıbbi konuların anlatıldığı taşlar ve akupunktur iğneleri bulunmuştur. Noktaların yerleşimini gösteren şemalar ilk olarak İ.S. 317-581 yılları arasında çizilmiştir. Avrupa’da ise akupunktur ile ilgili ilk kitapların yazılması 1600’lü yıllara rastlar.

1972’de ABD Başkanı Richard Nixon beraberindeki büyük bir heyet ile Çin’e resmi bir ziyaret yapmıştır. Bu ziyaret programı içinde Çinli doktorlar Amerikalı heyete “akupunktur anestezisi altında yapılan cerrahi bir operasyon” izletmişlerdir. Bu olaydan sonra, akupunkturun Batı’da popülaritesi artmış; uygulanması ve incelenmesi bütün dünyada yaygınlık kazanmıştır.

Akupunkturun Felsefesi


Batı düşüncesi olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendirir. Çin düşüncesine göre ise, çeşitli olgular bir bütünlüğün parçasıdır ve birbirleriyle ilişki içindedir.

Düşünce temelindeki bu farklılıklar, tıbbi uygulamada da kendini gösterir. Batı tıbbı analitiktir; derin nedensel bağlantılara girer, ayrıntılı sınıflamalar yapar. Çin tıbbında ise, semptomlar ve bulgular hep birlikte değerlendirilerek toparlanır ve bir bütüne varılmaya çalışılır. Çin tıbbına göre hastalık belirli bir zamanda, belirli bir kişide ortaya çıkan bir olgudur. Hastalık değil, hasta ön planda değerlendirilir. Buna göre, Tradisyonel Çin Tıbbı’nda mental (zihinsel), emosyonel (duygusal) ve fiziksel bulgular birlikte ele alınır.

Vücutta Yin ve Yang adı verilen birbirine zıt, ancak uyum içinde iki eneji vardır. Bunu gösteren ambleme Taiji (Büyük İkilem) denir. Siyah Yin’i, beyaz Yang’ı simgeler. Ancak, Yin’in içinde Yang, Yang’ın içinde de Yin vardır. Yin ve Yang’ın dengelenmesi normalliğe, dengenin bozulması anormalliğe yol açar. Dengesiz Yin ve Yang, denge arayışı içerisinde sürekli kendilerini değiştirirler. Bu dengenin sağlanması için doktor iğneler ile, ilgili akupunktur noktalarını uyararak hastayı tedavi eder.

Akapunktur nedir ?


Klasik Çin tıbbında insan yaşayan evrenin bir parçası olarak kabul edilir ve herşeyin içinde varolan evrensel gücün insanın da içinde bulunduğuna inanılır. “Chi” adı verilen bu enerji insan vücudunda “meridyen” denilen kanallarda dolaşır. Akupunktur yöntemi ile bu kanallarda meydana gelen enerji dolaşım engelini ortadan kaldırarak dengeyi sağlamak ve bu şekilde hastalığı önlemek amaçlanır.

İnsan vücudunun kendi kendini onarım gücü çok yüksektir. Vücudumuzda bu gücü harekete geçiren belli uyarı noktaları vardır ki, bunlara “akupunktur noktaları” denir. Bu noktalar uyarılarak vücudumuzdaki enerji dolaşımı normale döndürülür ve hastalık hali ortadan kaldırılır. Böylece organizma ilaç tedavisine gerek kalmadan, kendi olanaklarıyla hastalığın ortadan kalkmasını sağlar. Hastalığın belirtilerine değil, nedenine yönelik bir tedavi metodudur.

Hipokrat canlıların kendi kendilerine iyi olma kudretlerinden ve iç hekimden bahseder. Paracelcus, “Hiçbir hayat sadece dış hekimin çabalarıyla varolamaz; dış hekim, iç hekime yardımcı olabilir.” der.

Akupunktur organizmanın kendi kendini tedavi ettiği bir metottur ve en önemli özelliği yan etkisinin olmamasıdır. Bu tedavi metodunu üç ana başlık altında toplayabiliriz:


Çeşitli hastalıkların tedavisi
Analjezi-anestezi
Alışkanlık tedavisi
Özellikle Uzakdoğu ülkelerinde kullanılan ilaçsız tedavi yöntemi akupunktur, Türkiye’de de hızla yaygınlaşmaktadır. Üniversitelerde ders olarak okutulan akupunktur, alternatif tıp olarak değerlendirilmemelidir; binlerce yıllık geçmişiyle akupunktur tıbbın kendisidir.

Akapunktur Felsefesi
Batı düşüncesi olayları sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendirir. Çin düşüncesine göre ise, çeşitli olgular bir bütünlüğün parçasıdır ve birbirleriyle ilişki içindedir.

Düşünce temelindeki bu farklılıklar, tıbbi uygulamada da kendini gösterir. Batı tıbbı analitiktir; derin nedensel bağlantılara girer, ayrıntılı sınıflamalar yapar. Çin tıbbında ise, semptomlar ve bulgular hep birlikte değerlendirilerek toparlanır ve bir bütüne varılmaya çalışılır. Çin tıbbına göre hastalık belirli bir zamanda, belirli bir kişide ortaya çıkan bir olgudur. Hastalık değil, hasta ön planda değerlendirilir. Buna göre, Tradisyonel Çin Tıbbı’nda mental (zihinsel), emosyonel (duygusal) ve fiziksel bulgular birlikte ele alınır.

Vücutta Yin ve Yang adı verilen birbirine zıt, ancak uyum içinde iki eneji vardır. Bunu gösteren ambleme Taiji (Büyük İkilem) denir. Siyah Yin’i, beyaz Yang’ı simgeler. Ancak, Yin’in içinde Yang, Yang’ın içinde de Yin vardır. Yin ve Yang’ın dengelenmesi normalliğe, dengenin bozulması anormalliğe yol açar. Dengesiz Yin ve Yang, denge arayışı içerisinde sürekli kendilerini değiştirirler. Bu dengenin sağlanması için doktor iğneler ile, ilgili akupunktur noktalarını uyararak hastayı tedavi eder.

Akapunktur Tarihçesi
Çin’de iğne ve ısı anlamına gelen “Chen-chin” ile adlandırılan bu tedavi yöntemi, Batı’da akus (iğne) ve punctura (batırmak) sözcükleri birleştirilerek, “akupunktur” olarak adlandırılmıştır.

Tradisyonel Çin Tıbbı (TCM), yaklaşık 3000 yıllık bir süre içerisinde gelişmiştir. II. Shang Hanedanı dönemine ait arkeolojik kazılarda tıbbi konuların anlatıldığı taşlar ve akupunktur iğneleri bulunmuştur. Noktaların yerleşimini gösteren şemalar ilk olarak İ.S. 317-581 yılları arasında çizilmiştir. Avrupa’da ise akupunktur ile ilgili ilk kitapların yazılması 1600’lü yıllara rastlar.

1972’de ABD Başkanı Richard Nixon beraberindeki büyük bir heyet ile Çin’e resmi bir ziyaret yapmıştır. Bu ziyaret programı içinde Çinli doktorlar Amerikalı heyete “akupunktur anestezisi altında yapılan cerrahi bir operasyon” izletmişlerdir. Bu olaydan sonra, akupunkturun Batı’da popülaritesi artmış; uygulanması ve incelenmesi bütün dünyada yaygınlık kazanmıştır.

Uyarı noktaları Ve Uyguluma
Uyarı noktaları
İnsan vücudunun kendi kendini onarım gücü çok yüksektir ve bu gücü harekete geçiren belli uyarı noktaları vardır. İnsan vücudunda bin kadar uyarı noktası vardır ve bu noktalardan 650-700 tanesi kullanılır. Her hastalık için ayrı program ve ayrı noktalar bulunmaktadır. Önemli olan doğru bir teşhisle, hangi noktaya nasıl bir uyarı yapılacağıdır (lazer, iğne ya da hangi iğne); bu çok iyi bilinmelidir. Akupunktur tedavisinde sırt, boyun, el, kulak ve vücudun diğer bölümleri kullanılır. Birçok hastalığa ilişkin en çok uyarı noktasının bulunduğu uzuvlar ise eller ve kulaklardır.

İnsan vücudundaki belirli akupunktur noktalarına iğneler sayesinde yapılan uyarılarla organizmanın hemen her yerine ulaşabilecek haberler iletilmektedir. Bu iletişim, akupunktur noktasını oluşturan hücrelerden lokal hücresel uyarıların sinir terminallerine ve son olarak da beyne ulaşır. Beyin de bu uyaranı gerekli organlara ulaştırır ve ilgili organ ve uzuvlardaki enerji dengesi düzelir. Dolayısıyla hastalık da ortadan kalkmış olur.

Lazerle akupunktur
Lazer bir ışıktır. Bildiğimiz, kullandığımız ışığın konsantre edilmiş hali olduğu söylenebilir. Bazı hastalıkların tedavisinde ya da kimi zaman hastanın tercihi doğrultusunda iğne yerine lazer kullanılmakta, iğne batırılarak uyarı yapılacak noktaya lazerle uyarı verilmektedir. Özellikle ameliyatlar ve kazalar sonrası kalan izlere karşı lazerle akupunktur son derece etkili sonuçlar vermektedir. Ayrıca, çocukların tedavisinde iğneye alternatif olmaktadır.

Nasıl iğne ?
Eskiden Çinliler sivri taş parçaları kullanmaktaydı. Bangkok’ta ise bu amaçla bambu kamışının kullanıldığı biliniyor. Akupunktur yöntemi ile tedavide önceleri altın kullanılmıştır. Altının elektirik potansiyel farkını alışı ve düzeltişi çok önemlidir. Bu yüzden altınla tedavi uygulanan hasta çok daha kolay ve çabuk iyileşme göstermektedir. Ancak bütün bu olumlu özelliklerine karşın altının oldukça pahalı ve yumuşak bir madde olması dolayısıyla akupunktur sırasında vücuda uygulanması, gereken noktalara batırılması zor olmaktadır. Buna bir çözüm yolu bulmak amacıyla, altını iğne haline getirirken içine bazı metaller konmuştur. Altının pozitif bir etkisi vardır. Gümüş de çok iyi bir akupunktur iğnesi olmasına rağmen, biraz negatifliğe yönelik bir özellik göstermektedir. Günümüzde ise, dünyada altın ya da gümüş iğne kullanılmamaktadır. Elektriği altın kadar iyi ileten standart bir çeliğin üretilmesi ile bütün dünyada bu yeni metal kullanılmaya başlanmıştır.

Akapunkturda Kulağın Önemi
Kulakta bedenin hemen hemen her uzvuyla ilgili bir akupunktur noktası bulmaktadır. Örneğin, insanın bağırsağı, kalbi, karaciğeri ile ilgili noktalar kulağında mevcuttur. Bu yüzden akupunktur tedavisinde vücutla beraber veya tek başına kulaktaki noktalar kullanılmaktadır. Öte yandan kulağın bu özelliği, hastalığın belirlenmesine, deteksiyona yardımcı olmaktadır.

Akapunktur ve zayıflama
Şişmanlık
Şişmanlık nedir ?
Dünyada şişmanlık
Neden kilo almak/vermek istediğimizde zorlanırız ?
Vücut-Kitle indeksi nedir ?
Akupunktur ve zayıflama
Akupunkturla neden daha kolay ve kalıcı zayıflanır ?

Şişmanlık (Obezite)
Şişmanlık, vücutta yağ dokusunun normalden fazla olmasıyla karakterize bir hastalıktır.

Şişman bir kişi ayrıntılı tetkiklerden geçirildiğinde, bazen hiçbir anormalliğe rastlanmayabilir. Bazen fiziksel olarak da bir belirti yoktur. Ancak, diğer yandan tip II şeker hastalığı tanısı konmuş hastaların % 60’ı şişmandır. Yine, vücuttaki yağ dokusunun artması ile, hormonal-metabolik hastalıkların ve kalp-damar hastalıklarının ortaya çıkması ya da ağırlaşması arasında doğrudan bir ilişki olduğu bilinmektedir.

Pekiyi, öyleyse neden gereğinden fazla besin tüketiriz? Şişmanladığımızı göre göre neden buna devam ederiz? Bu soruların yanıtları araştırılmış ve obez kişilerin yemek yeme konusunda daha çabuk uyarıldıkları, damak tatlarının daha gelişmiş olduğu, daha geç doydukları ve yemek yeme işinin günlük yaşamları içinde kafalarını daha fazla meşgul ettiği gözlenmiştir.

Genetik, metabolik, hormonal ve sinirsel birçok karmaşık sistem şişmanlığın oluşmasında rol oynar. Aile yapısı, beslenme alışkanlıkları, yaşam tarzı, psikolojik sorunlar bu karmaşık sistemin herhangi bir basamağında etkili olarak şişmanlığa giden yolu açar.

Obezite bir hastalık olduğu için, bir diyet uygulayıverip bırakmakla ortadan kaldırılamaz. Yeni beslenme alışkanlıkları ve yeni bir yaşam şekli gerektirir. Obezitenin de, şeker hastalığı ya da yüksek tansiyon gibi, yaşam boyu takip edilmesi gerekir.

Şişmanlık sıklığı dünyada gittikçe artmaktadır. Ortalama sıklık % 25 olarak verilmektedir; bu yüzdeye şişman olmayıp ideal kilosunun üzerinde olanlar da katılınca oran % 50’ye ulaşmaktadır.

Obezite sıklığının artmasının nedenleri:
- Sosyo-kültürel faktörler,
- Biyolojik faktörler,
- Davranışsal faktörler,
- Gıda çeşit ve alımının artması ve kolaylaşması,
- Alkol tüketiminin artması,
- Teknolojinin ilerlemesi ile günlük eneji tüketiminin azalması,
- Özellikle çocukluk çağında bilgisayar ve televizyon karşısında geçerilen zamanın artması ile yağlı ve katkılı yiyecek tüketiminin artması.

Yenilen besinler, vücudumuzda metabolik olaylar sonucunda yakılır ve bu yanmadan elde edilen ısı ve eneji, hayatsal fonksiyonların işlemesi için kullanılır. Metabolizma hızını, vücut kendisi ayarlar; Yani vücut az ya da çok enerji harcayabilme yeteneğine sahiptir. Ancak, harcanacak eneji miktarı vücudun alışık olduğu kilosunu korumaya yönelik olarak ayarlanmıştır. Bu nedenle kilo vermek amacıyla az kalori alındığında, metabolizma hızı düşer ve bünye kilo kaybetmemek için kendini korumaya çalışır. Vücudumuz, kendi alışık olduğu kilosunu koruma çabasındadır.
Diyet yapan birçok kişi çok az yedikleri halde, çok yavaş zayıfladıklarından yakınırlar ve çoğu zaman da sabredemeyerek diyete son verirler. Bundan sonra da eskisi gibi yemeye başlayınca, verilen kilolar çok daha hızlı bir şekilde geri alınır ve eski kiloya ulaşılınca kilo artışı durur.

Bunun benzeri bir durum kilo almak isteyenlerde de görülür; günlük gıda miktarlarının iki veya üç katını yeseler bile çok az kilo alabilirler.

Vücudun kilo vermeye gösterdiği bu direnç, insanoğlunun binlerce yıllık geçmişinde yaşadığı doğal afetler, savaşlar, hastalıklar nedeniyle aç kalmaktan ortaya çıkmıştır. Ne yazık ki, 20. yüzyılın sonunda bile dünyada açlık çeken bölgeler vardır.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:
Kilo vermek için çok aceleci olmamak gerekir. Haftada 15 kg. verdiren mucize diyetler son derece sakıncalıdır ve bu derece hassas çalışan bir metabolizmayı bozmaktan başka işe yaramaz. Günlük 1000 kalori altındaki diyetler kalp kasında hasarlara neden olacak ölümlere yol açabilir. Haftada 0.5-1 kg. vermeyi sağlayan diyetler güvenli olduğu kadar, kalıcı sonuçlar da sağlar. Daha hızlı kilo vermek isteyenler, bunu biraz egzersiz yaparak gerçekleştirebilirler.

Pratikte şişmanlığın ölçümü için kullanılan çok basit iki yöntem vardır:
1. BMI (Beden Kitle İndeksi) = Vücut ağırlığı (kg.) / boy² (m²)
<19
zayıf

19-25
normal

25-30
fazla kilolu

30-40
şişman (obez)

>40
çok şişman (morbid obez)

2. Bel çevresi ölçümü:
Erkeklerde 102 cm., kadınlarda 88 cm. üzeri riskli görülmektedir.
Beden kitle indeksi ve bel çevresi ölçümü arttıkça, ortaya çıkacak tıbbi sorunların en önemlileri şunlardır:
- Kalp-damar hastalıkları
- Tip II şeker hastalığı
- Hipertansiyon
- Safra taşları oluşumu
- Karaciğer yağlanması
- Uyku ve solunum problemleri
- Eklemlerde dejeneratif değişiklikler; özellikle bel, diz, kalça gibi vücut yükünü taşıyan eklemlerde kireçlenme.

Akupunktur ve zayıflama
Bilindiği gibi akupunktur alışkanlık tedavilerinde kullanılır. Kilo verme de beslenme alışkanlıklarının ve yaşam tarzının değiştirilmesi ile mümkün olduğuna göre, bu yeni alışkanlıkların edinilmesi sırasında, akupunktur hastaya çok büyük kolaylıklar sağlar.

İştahı düzenler ve yemeklere saldırma güdüsünü ortadan kaldırır.
Mide asiditesi kontrol altına alınarak, mide kazınması, yanması gibi sorunlar engellenir.
Düşük kalorili beslenmeden dolayı yaşanabilecek halsizlik önlenir.
Metabolizma hızını düzenler. Akupunkturla tedavi gören hasta, kendi kendine yaptığı diyetlerden daha kolay kilo vermeyi başarır.
Akupunktur tedavisi sırasında, vücutta serotonin ve endorfin seviyeleri artmaktadır. Bu hormonlar diyet yapan kişiye huzur verir, sedasyon sağlar. Böylece diyet yapan kişi, eski yemek yeme zevkinin kısıtlanmasından dolayı huzursuzluk ve tedirginlik yaşamaz.
30-40 kg. fazlası olan hastaların tabii ki uzun bir zaman diyet yapmaları gerekir. Ancak, çoğu insanda böyle bir sabır olmadığı için, her pazartesi başlanan diyetler, her cumartesi sona erer. Böylece sık sık yapılan diyet denemeleri sonucu her geçen günkilo vermek daha da zorlaşır. İşte, bu gibi hastalarda akupunktur inanılmaz başarılar sağlar ve hasta 1 yıla kadar uzanan bir zaman diliminde onlarca kilo verebilir. Hastanın uzun süre diyete dayanabilmesinin nedeni, akupunkturun yarattığı sedatif ve trankilizan etkiden dolayıdır. Ayrıca hasta kilolarının eridiğini gördükçe daha çok motive olup, bu işe dört elle sarılmaktadır.

Akapunktur Ve Sigara Bırakma
Akupunkturla Sigara Bırakma Tedavisi
Akupunktur ile sigara nasıl bırakılabilir ?
Akupunktur ile kaç seansta sigara bırakılabilir ?
Akupunktur ile sigarayı bırakmada başarı oranı nedir ?
Sigarayı Neden Bırakalım ?
Sigara neden zararlı ?
Sigarayı bırakan bir insanın vücudunda ne gibi olumlu gelişmeler olur ?
Sigara içen bir kişiyi bırakmaya iten nedenler nelerdir ?
Sigarayı bırakma yolları nelerdir ?
Sigarayı bırakmak isteyenlerin yaşadığı tipik kaygı ve sorunlar nelerdir ?

Akupunktur ile sigara nasıl bırakılabilir ?
Yapmanız gereken tek şey sigarayı bırakmaya karar vermektir. Bu, insanın yaşamında alabileceği en önemli kararlardan biridir. Bu kararı verdikten sonra, akupunktur, size sigarayı bırakmanızda büyük kolaylık sağlayacaktır.

İnsanlarda serotonin ve endorfin adı verilen iki madde vardır. Bunlar beyinde bulunur ve rahatlık, hoşluk, keyif ve huzur gibi duygular ile ilgilidirler. Normalde insanlarda kahkaha atınca, mutlu bir haber alınca ya da çikolata veya güzel bir tatlı yiyince, bir yeriniz acıyınca serotonin ve endorfin düzeyi yükselir. Ancak sigara içenlerde serotonin – endorfin salgılama işini sigara üstlendiğinden vücut otonomisini kaybetmiştir. Hani keyiflenince de, dertlenince de sigara içilir ya, işte, açıklaması budur.

Sigarayı bırakanlarda ilk hafta beyin serotonin salgılama işini gerçekleştiremediğinden vücut oldukça zor anlar yaşar. Beyin ancak 72 saat sonra eski görevini yapmaya başlar.
Bu 72 saatlik süre içinde, hastanın yoksunluk belirtileri önlenirse, sigarayı bırakması çok kolaylaşır. Akupunktur ile tedavi, kişinin sigara içmemekten dolayı oluşabilecek şikayetleri ortadan kaldırır. Böylece sigara içmemeye karar vermiş olan kişi, bunu hiç zorlanmadan başarır; çünkü, akupunktur tedavisi beyni yeniden sigaraya gerek duymadan serotonin ve endorfin salgılaması için uyarır ve bundan sonra da beyin eski otonomisini kazanır.

Akupunktur ile kaç seansta sigara bırakılabilir?
Üç gün üst üste 20 dk.lık 3 seans tedavi uygulanır. Toplam 1 saat süren bir tedavidir. Böylece 72 saatlik en zor geçen dönemde vücut kontrol altındadır. Daha sonra hastanın bağımlılık derecesiyle bağlantılı olarak ek seanslar yapılabilir, ama genellikle buna gerek kalmaz. Tedavi süresince tek bir sigara bile içilmemesi ve nikotin preparatları kullanılmaması gerekir. Aksi halde, başladığımız noktaya geri döneriz.

Akupunktur tedavisi ile sigarayı bırakmada başarı oranı nedir?
%90 – 95 gibi yüksek bir başarı oranı vardır.

Sigara neden zararlı?
Tütün kullanımı yaklaşık 200 yıl öncesine kadar gidiyor. İlk zamanlarda tütünün sağlığa iyi geldiği düşünülüyordu. Sigaranın zararları 1950’li yıllara kadar çok fazla bilinmiyordu. Ancak, daha sonraki yıllarda yapılan araştırmalar, sigaranın insan sağlığına gerçekten zararlı olduğunu ortaya çıkardı. Sigara dumanında sağlık açısından zararlı yüzlerce (bu sayı abartılmamıştır) madde bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse, bunların en çok bilinenlerinden birkaç tanesi ; amonyak, terebentin, kadmiyum, insektisitler, naftalin, aseton, arsenik, formal, hidrojen siyanür, radon, polenyum, deterjanlar…
Bunların bir çoğu kanserojendir. Ayrıca tütün ve sigaranın sarıldığı kağıdın yanmasından dolayı açığa çıkan maddeler ve katran da yine konserojen maddeler arasındadır.
Kalıp – Damar sağlığı açısından özellikle tehlikeli olan maddeler ise nikotin ve karbonmonoksittir. Nikotin kalp artışlarını hızlandırır, tansiyonu yükseltir, kan pıhtılaşmasını arttırır. Yani kalbin yükünü ve oksijen ihtiyacını arttırır. Bütün yanma olaylarında açığa çıkan zehirli bir gaz olan karbonmonoksit ise, kandaki oksijen ile birleşerek kanda bulunan oksijen miktarını düşürür. Sonuç olarak nikotin nedeniyle oksijene gereksinimi artmış olan kalp, kanda yeterli oksijeni bulamaz ve işi çok daha zorlaşır.

Sigara kullanımı ile doğrudan ilişkisi olduğu kanıtlanmış hastalıkları şöyle sıralıyalım:
Ağız kanserleri, sindirim sistemi kanserleri, solunum sistemi kanserleri, akciğer hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları, ülser, mesane kanseri.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünyada 1 milyar 100 milyon insan sigara içiyor. Erkekleri %47si, kadınların %12’si sigara tiryakisi. Ayrıca, son yıllarda sigara içen kadınların sayısında nispeten daha fazla bir artış olduğu gözlemlenmektedir. Bu da dünyaya yeni gelecek nesillerin sağlığını direkt olarak etkileyecektir. Son rakamlara göre, dünyada yılda 3 milyon kişi sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle ölmektedir.
Şimdi hemen yeri gelmişken önemli bir konuya değinmek gerekiyor. Örneğin; akciğer kanserinin sigaraya bağlı olarak meydana geldiği heryerde söyleniyor. Fakat siz daha geçen ay akciğer kanserinden ölen bir tanıdığınızın hiç sigara içmediğini biliyorsunuz ve uzmanların biraz fazla abarttığını düşünüyorsunuz. Bunun açıklaması şöyle: Akciğer kanserinin 4 türü vardır; hatta bunların da alt grupları vardır. Bunların içinde sigara kullanımı ile doğrudan ilgili olanlar (%60) zaten en sık görülen kanser türleridir. Sigara ile ilgisi olmayan ise, çok daha az oranda görülen bir kanser türüdür.

İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre günde 20 sigara’dan fazla içenlerin %40’ı, daha emeklilik yaşına gelmeden ölmektedir. Oysa sigara içmeyenlerde bu oran %15’dir.

Bir de pasif içici kavramı var. Sigarayı içen kişi, eğer filtreli sigara içiyorsa, bu filtre bir miktar zararlı maddenin geçişini engelleyebilir. Halbuki sigaranın ucundan havaya karışan duman hiçbir süzgeçten geçmediği için daha tehlikelidir. Yani uzun süre bu dumana maruz kalan ve pasif içici denilen kişiler de tehlike altındadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, sigarayı içen kişi de havaya yayılan bu dumanı yine solumaktadır. Sigara içilen evlerdeki küçük çocuklarımız bronşit ve zatürre gibi solunum yolu hastalıklarına daha sık yakalanırlar. Pasif içici olduklarından akciğer kanseri açısından risk grubundadırlar ve ileride sigara içmeye daha çok eğimli olurlar.
Özellikle gelişmiş ülkelerde kamuoyuna yansıyan bu sonuçlar ve alınan tedbirler sonucunda sigara kullanımı %50 ye varan oranlarda azaltılmıştır. ABD, İngiltere, Kanada bu konuda başarılı ülkeler arasındadır.

Öte yandan, aynı zamanda sigara üreticisi olan bu ülkeler, gelişmekte olan ülkelerde edindikleri pazarlarını büyütme çabası içindedirler.

Sigarayı bırakan bir insanın vücudunda ne gibi olumlu gelişmeler olur ?
20 dk sonra tansiyon ve nabız normale döner.
8 saat sonra vücut kendini yenilemeye başlar. Kan oksijeni normal düzeye çıkar.
24 saat sonra kalp krizi riski azalmaya başlar. 1 yıl sonra yarıya düşer.
48 saat sonra duyu organları iyi çalışmaya başlar. Tat ve koku duyusu düzelir. Cilt kendini yeniler.
72 saat sonra Akciğer kapasitesi artar, solunum rahatlar.
2 hafta sonra efor kapasitesi artar (Yürüme, merdiven çıkma…).
1-9 ay içinde akciğer hücreleri yenilenir. Akciğer hastalıkları (zatürre gibi) riski azaltır. Öksürük, nefes darlığı düzelir.
5 yıl sonra ağız, boğaz, yemek borusu kanserleri riski %50 azalır.
Pankreas, mesane, rahim kanseri riski azalır.
Sindirim sistemi ülseri riski azalır.
Sigara gebelikten önce ya da gebeliğin ilk 3 ayında bırakılırsa erken doğum riski ve düşük doğum kilolu bebek doğurma riski, içmeyenlerdeki düzeye iner.
Koroner kalp hastalığı riski sigaranın bırakılmasından 15 yıl sonra sigara içmeyenlerin düzeyine iner.
Aynı evde yaşayan küçük cocuklar ve bebeklerin, solunum yolu hastalıklarına yakalanma riski azalır.

Sigara içen bir kişiyi bırakmaya iten nedenler nelerdir ?
Sigaraya bağlı bir hastalığın ortaya çıkması.
Fiyatın pahalı gelmesi.
Sigaranın zararları hakkındaki yayınlar.
Çevresi tarafından bırakmaya yönelik teşvik, kınama.
Kapalı yerlerde sigara içiminin yasaklanması.

Gelişmiş ülkelerde sigaranın zararları hakkındaki yazılar, sigaranın fiyatı, kınama ve yasaklamalar etkili olmaktadır; ancak, bizim insanımızı bir hastalığın ortaya çıkması daha çok etkilemektedir. Örneğin, kalp krizi geçirmiş veya by-pass ameliyatı olmuş hastaların sigarayı bırakma oranları yüksektir ve başarılıdır.

Sigarayı bırakma yolları nelerdir ?
Akupunktur,
Grup Terapisi,
Hipnoz,
Kişisel çaba ile bırakma,
Farmokolojik tedavi.

Sigarayı bırakmak isteyenlerin yaşadıkları tipik kaygı ve sorunlar nelerdir ?
Sigarayı azaltmak mı, tamamen bırakmak mı? Yoksunluk belirtilerinin daha uzun sürmesine neden olur. Çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlanır. Sigara miktarı yine arttırılır.

Ara ara sigara içmek: Vücuda tekrar nikotin etkisini hatırlatır. Zamanla düzenli olarak içmeye dönüşür. Halbuki sigara içilmemesine alışmak daha kolaydır.

Çevre baskısı: Sigarayı bırakanların çoğu çevresi tarafından adeta tekrar içmeye zorlanır. Bu, sigara içenlerin bir kişiyi daha kaybetmelerinden kaynaklanan ilginç bir psikolojik durumdur. Ancak kısa bir zaman içinde arkadaşlarınız da sigara içmediğinizi kabullenip sizi rahat bırakacaklardır.

Katran ve nikotin düzeyi düşük (light) sigara içmek: Bu durumda genellikle günlük sigara adedi arttırılarak eski nikotin düzeyi tutturulmaya çalışılır. Zaten “tehlikesiz sigara” yoktur.

Sorumluluğu başkasına yıkmak: Çoğu kişi sevdiği birisi onu desteklemezse sigarayy bırakmaktan kaçar. Hatta deneyip de başarısız olursa başkasını suçlar. Oysa sigarayı bırakmak öncelikle kişisel bir sorundur, mutlaka kendinize güvenmeyi başarmalısınız.

Şişmanlama korkusu: Gerçekte sigarayı bırakanların sadece 1/3’ü kilo alır ve bu fark gerçekte 3-4 kg. kadardır. Bundan daha fazla alınan kilolar kendine güvensizlikten kaynaklanan, sigarayı elde ve ağızda tutmak alışkanlığının yerini alan, abur cubur atıştırma alışkanlığıdır. Oysa, gerçekte sigarayı bırakmaktan dolayı ilk günlerde açılan iştah, kısa bir süre sonra normale döner.
Yoksunluk belirtileri: Şiddetli nikotin arayışı, gerginlik, kızgınlık, huzursuzluk, sinirlilik, uyku kalitesinin bozulması, iştah artışı ve benzeri belirtiler olabilir. Bu belirtiler geçicidir ve vücudun kendini onardığını gösterir. Örneğin, öksürük ve balgam artışı, solunum yollarındaki titrek tüylerin zehirli maddeleri atmak için görevlerini yerine getirmeye başlamasından kaynaklanır. Yoksunluk belirtileri sigara bırakanların 2/3’ünde görülür. Belirtiler, ilk 72 saat içinde şiddetlidir. 7-10 gün içinde azalarak ortadan kalkar.

Ayak Başparmağında Çıkıntı Halluks Valgus

Ayak başparmağınızın başladığı yerde (tarak kemiği ile parmağın başlağı eklemde) şişlik, çıkıntı varsa halluks valgus’unuz var demektir. Kadınların neredeyse % 40 ında bu yakınma vardır. Bu hastalıkta %70 oranında genetik bir eğilim vardır. Genetik olarak 1.-2. tarak kemikleri arasındaki açı fazla olduğunda zamanla başparmak diğer parmaklara yaklaşır ve bu keskin açılanma bir çıkıntı olarak görülür. Genetik eğilimliler dışında uzun yıllar topuklu, sivri burunlu ayakkabı giyenlerde de meydana gelebilir. Bu nedenle bu rahatsızlığı olan her 10 hastadan 9 u kadındır.

ESTETİK AMELİYATLA İSTEDİĞİNİZ GÖĞÜSLERE SAHİP OLABİLİRSİNİZ


Büyük göğüsleri küçültmek için yapılan ameliyat, bir ilâ üç saat kadar sürer. Bu küçültme işlemi operatör için de oldukça zor bir ameliyattır. Göğsün yağlı dokusundan, bazen her meme den bir kiloya kadar parça çıkartılarak memenin hacmi küçültülür ve göğseyeniden biçim verilerek yukarı doğru kaldırılır. Ameliyat sırasında göğsün uç kısmına da yeni bir biçim verilebilir. Göğse iyi bir biçim verilmişse ameliyat başarılı olmuş demektin. Ameliyat kesiğj çeşitli biçimlerde açılır; bazen ters dönmüş T biçiminde, bazen de halelerdeh koltuk altına doğru dikey olarak gelen bir biçimde kesilir. Meme ucunun çevr^ sine de daire biçiminde bir kesik yapılarak, dikilir ve bu bölgeye de biçim verilir. Dört ilâ sekiz gün kadar hastanede kalmak gerekir. Sonuç genellikle başarılı olur; göğüsler genellikle yeni biçimlerini korurlar. Bununla beraber, göğsün yarısından fazlası alınamayacağından, çok iri göğüsleri çok fazla küçültme olanağı yoktur.
Sarkık göğüsleri kaldırmak için, memeye tekrar biçim vermek veya göğüs derisini daha yukarı doğru çekerek yukarıdan dikmek gerekir.
Çok küçük göğüsleri irileştirmek için çeşitli yollar denenmiştir. Karından veya kaba etlerden alınan deri parçaları ekleyerek, silikon ve parafin kullanarak göğüsler büyütülmeye çalışılmıştı. Daha sonra, daha değişik bir ameliyat türü bulunmuş, memenin altına yarı akışkan silikon dolu kesecikler veya hiçbir özelli ği olmayan bir sıvıyla dolu baloncuklaı yerleştirilerek göğüsler irileştirilmeye başlanmıştır. Ameliyattan sonra kalan yara izinin boyu beş santimetre kadar ol duğundan bu iz kolay kolay göze çarpmaz. Bu keseciklere karşı vücut tepki göstermez, üstelik göğüslerin görünüşü de oldukça doğaldır. Yusyuvarlak olan göğüsler, biçimlerini, çok az da olsa, za manla değiştirirler. Ameliyattan sonra vücudun tepki göstermesi halinde (yüzde beş oranında) içeriye konan kesecikler kolaylıkla çıkartılabilir. Düz göğüs çatılı, ince derili, kaburgaları gözükecek kadar zayıf kadınlara konulan kesecikler, elbise altında pek farkedi lemezlerse de, çıplak olduklarında veya göğse elle dokunulduğunda keseciklerin kenar kısımlarının farkına varılır. İşte bu nedenle, günümüzde yapılan göğüs büyütme ameliyatlarında kesecikler meme nfn altına değil, bütün göğsün arkasına yerleştirilmekte ve çok daha doğal bir görünüş elde edilmektedir. Bu ameliyatların tamamen sakıncasız ol dukları söylenemez. Bazı kocalar, bir ya bancı cismin varlığını ve ne kadar ufak olursa olsun, bir yara izini görmeyi hoş karşılamamaktadırlar. Nitekim bu kpnuda, bir iç. salgıbezleri uzmanı “eğer amaç sadece vücudun görünüşünü güzelleştirmek ise ameliyat ye y rine, iyi bir sutyen takılması çok daha doğru olur” demektedir.

GÖZ KAPAKLARI ALTINDAKİ YAĞ TORBACIKLARI YOK EDİLİR

Düşük gözkapaklarımn fazla kısımlarını ve göz altlarında kesecikler meydana getiren küçük yağ torbacıklarını ameliyatla yok etme olanağı vardır. Ameliyattan sonra bir ya da iki gün hastanede kalınır; pansuman yapmak gerekmez. Sadece, bir hafta boyunca güneş gözlüğü takmak gerekir. İnsana yaşlı bir ifade veren düz veya uçları aşağıya doğru sarkan kaşların biçimini düzeltmek için ameliyat yapılır Gözkapakları ve dudakların birbiriyle birleştiği noktalar yukarı doğru kaldırılır B,u ameliyatın yapılması için, yüzde mutlaka giderilmesi gereken bir kırışık olması gerekmez; yorgun bir yüz ifadesi taşıyan kadınlar bu ameliyatı yaptırırlar

DUDAK KENARINDAKİ KIRIŞIKLAR YOK EDİLİRMİ?

Dudak kenarlarında oluşan ince kırışıklıklar, yüz germe ame. liyatıyla düzeltilemez. Bu kırışıklıkların giderilmesi deri yüzme diye adlandıraca ğımız bir yöntemle sağlanabilir. Yakıcılık derecesi denetlenmiş bir fenol eriyiği cilde sürülerek üzerine flaster yapıştırılır; kırk sekiz saat kadar bekletildikten sonra flaster çekilerek çıkartılır. Böylece flastere yapışmış olan üst deri kalkarak, alttaki yeni, pürüzsüz ve taze deri-rrm mayaanâ çikmasım sağlar. Deri yüz-mede yüzün tamamen hareketsiz tutulması gerekir. Bu nedenle, yüzün hiç bir hareket yapmamasını sağlayabilmek için hasta normal biçimde yemek yemez; ağızdan bir boru aracılığıyla sıvı besinler alır. Hareketsiz kalış eziyetli olmakla birlikte, elde edilen sonuç bu güç lüğe değer